Yolculuğun yolu, yazının yolculuğu: Provence’a devam

3aec0-imgp0049

Not all those who wander are lost;

From the ashes, a fire shall be woken
– J.R.R. Tolkien

Yazma yolculuğunun birbiriyle iç içe çeşitli patikaları var. Kimi metnin içinde kendini, yönünü, yolunu, nefes alabileceği bir açıklığı arar. Ya da hiç değilse önüne bir kroki çıkarabilmeyi arzular. Kimininse yazmaması (daha doğrusu ‘anlat’maması) mümkün değildir. Ralph Ellison’ın Görünmez Adam’ı gibi sözler, kelimeler tüm hiddetleriyle kabını zorlar. Bazıları Walter Benjamin’in bahsettiği türden hikaye anlatıcısıdır. Anlatacak hikayeleri vardır ve anlatmak onlar için çok doğal bir varoluş halidir. Anlatırlar ve dinletirler; bunu yaparken de özgün bir deneyimsel bağ oluşturur, varoluş kavramına kendilerine özgü bir nefes verirler. Bazıları ise sahip oldukları kelime cambazlığıyla arzu edip de sahip olmadıklarının yolunu açmayı umarlar. Yazmanın patikaları sadece bunlar olmadığı gibi, bu bahsettiklerim de birbirlerinden keskin çizgilerle ayrılmıyorlar elbette. Aralarında birinin diğerinden daha iyi ya da kötü olduğu şeklinde bir hiyerarşi bulunduğunu da düşünmüyorum.

Joseph Conrad’ın mektuplarından 1874 yılında geldiği Marsilya’da intihara kalkıştığı ve içine düştüğü karanlıktan çıkabilmek için yazmaya başladığını biliyoruz. Trende, Marsilya’dan Montpellier’ye geçerken, önümdeki kese kağıdına kelimeler ve eğilip bükülen, açılıp kapanan geometrik şekiller karalıyorum. Aklıma Conrad’ı yazmak geliyor. Marsilya’da geçen Arrow of Gold çoktan okuma listemde. Sadece Karanlığın Kalbi değil, yazarın birçok metnine (artık kanıksanmış) sömürgecilik sonrası eleştiri lensinin ötesinde baktığımız zaman, yarattığı karakterlerin insan olma halinin iç dinamiklerine dair çok şey söylediğini görmek mümkün. Conrad insan olmanın özünde barındırdığı yükü dert ediniyor. Bir moderniste yakışırcasına aslolanın bu yükün farkındalığı olduğuna, dahası o yükün ancak iki insan arasında kurulan hakiki bağlarla anlamlandırılabileceğine ve anlam kazanacağına göz kırpıyor. Modern trajediyi, bu tür bağların, hakiki olmalarının hassasiyetlerinden ötürü, kurulmaya çok yakın dağılmasında ya da anlık kurulmasına rağmen kopmasında kurguluyor.

f5b36-dkxarsjwkaacn8l

Trende tıngır mıngır devam ediyoruz. Provence bölgesi denince genelde akla, Akdeniz’in belki de en güzel kumsallarının olduğu, kıyı şeridi gelir. Halbuki, bölge aynı zamanda tarihi ve coğrafyasıyla da müthiş etkileyici. Benim seçtiğim rotanın büyük bir kısmı Roma tarihini takip ediyor diyebilirim. Gezdiğim birçok şehirde Romalılardan kalma kalıntılar, göz alıcı arenalar ve amfitiyatrolar dikkat çekiyor. Ama asıl bir de mevsiminde gezilmesi gereken lavanta tarlaları ve üzüm bağları var. Fakat ne yazık ki, hep görmek istediğim bu rotayı takip edebilmek için arabayla seyahat etmek gerekiyor. Daha da önemlisi, bazı yollar ancak bir başkasıyla paylaşıldığında asıl cevherlerini sunuyorlar. Bir gün yeniden benzeş bir wanderlust’la yollarımızın kesişmesini bekliyorum. Önce wanderlust’lar sevişip anlaşacak sonra bakacağız baharda Provence nasıl olacak.

Tıngır mıngır. Batı Avrupa’nın demiryollarının ne kadar yaygın, rahat ve erişilebilir olduğunu bir de benim söylememe gerek yok herhalde. Ben, şahsen, oldukça kısa bir süre içinde, ara durağı bol ve çok kişisel hedeflere odaklı bir deneyim planladığım için seyahatimin tam anlamıyla “düşük bütçeli” olduğunu söyleyemem. Aşırı pahalıya gelmemiş olsa da, daha uygun fiyatlısı mümkün diyelim. Tek bir uyarım olabilir, benim gibi Fransızca’nın fonolojisine yabancıysanız istasyonlarda yapılan anonslara dikkat kesilmelisiniz ve hiç değilse yerlerin isimlerini takip edebilmelisiniz. Büyük şehirler ve turistik merkezler dışında İngilizce (ya da başka bir dilde) herhangi bir uyarı veya bilgilendirme ile karşılaşmıyorsunuz ve küçük şehirlerde insanların çoğu İngilizce bilmiyor. (Paris’ten farklı olarak biliyor da konuşmuyor değiller. Güneyli olmanın getirdiği, Provençal-Akdeniz modeli bir sıcakkanlılık mevcut.)

Montpellier

8021e-imgp0042Seyahatimin maalesef en tatsız geçen kısmı Montpellier’deki kısa günüm oldu. Önceden hazırlıklı olduğumu sandığım hava beklediğimden fazla bozunca şehri keşfetmek pek mümkün olmadı. Bölgenin önemli kentlerinden biri olmasına rağmen, rüzgarın sertliği sokaklarda dolanmamı zorlaştırdığından, planlarımı değiştirmek zorunda kaldım. Sadece merkezdeki sokakları ve yeni yıl öncesi kış pazarını dolaşıp ziyaretimi Fabre müzesinde noktaladım. Montpellier doğumlu François-Xavier Fabre’nin kendi koleksiyonuyla kurulan ve zamanla genişletilen müze en az 3 saatlik bir etkinlik ve ressamın kendi eserlerinin yanında, ki aralarında çok beğendiğim bir Aziz Sebastian tasviri var, çoğunlukla Montpellier ve güney Fransa’dan eserlerden oluşuyor. Arada bazı Courbet’ler, bir-iki Degas, Matisse, Manet, Brueghel Jr. da mevcut.

Walter Benjamin Paris’in “19. yüzyılın başkenti” olduğunu yazar. Haklıdır da. Fakat Güney Fransa’nın (özellikle Provence) resim sanatına katkısı etki ve özgünlük bakımından Montmartre ile kapışır. Paris’te zaman geçiren, atölyelerinde eğitim alan ve kendi estetik anlayışlarını keşfetmek için yolu Provence’a düşen birçok ressam bölgenin renkli coğrafyasından etkilenmiş. Göğün mavisi, güneşin sarısı, zeytinin yeşili ve lavantanın morundan oluşan karakteristik Provençal renk paletinin dünyada eşi benzeri yok. Bu bağlamda en önemli isim elbette Van Gogh, ondan ve Arles’dan daha sonra bahsedeceğim. Biraz Picasso da var ama onu peşine Malaga’da düşmüştüm. Ama asıl Matisse, Signac ve elbette Aix-en-Provence’lı Cezanne.

Aix-en-Provence

90c35-imgp0001b2b2528392529(Bu gezi yazıları çizgisel zaman anlayışından ayrı gelişiyor bir miktar, varsın olsun, değil mi ki hafızanın zaman-dizimsel olması bir illüzyon.) Zamanı ileri alaraktan… 1 Ocak 2018’i Aix-en-Provence’ta geçirerek yeni yıla ilhamı bol bir yerde girmiş olsam da, yılın ilk günü tatil olduğu için Cezanne’ın atölyesi ve Granet Müzesi kapalıydı. Olsundu, yine de Aix’in ne kadar güzel bir şehir olduğunu keşfetmek imkanım oldu. Zola’nın çocukluğunun geçtiği ara sokaklarında dolanırken zihnimdeki Provençal şehrin tanımına ne kadar uyduğunu düşündüm. Bahar aylarında cıvıl cıvıl olduğunu tahmin ettiğim Cours Mirabeau’da dolunayı karşılamak yolculuğun sonunu taçlandıran inci oldu. Ressamların peşinde Aix-en-Provence’a varmış olsak da, zaman-dizimsel olarak henüz 28 Aralık ve aslında sırada Nimes ve Arles var.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s