hayallerinin peşinden ürke korka -karmaşanın kalbinde kendine doğru

“Normality is a paved road: It’s comfortable to walk, but no flowers grow on it.” – Vincent van Gogh

 

8847d-nimes

Montpellier’yi rüzgarıyla kendi haline bırakıp Arles’a yollanacağım ama arada Nimes var. Alphonse Daudet’nin doğduğu kente hızlıca bir uğrayayım derdindeyim. Doğum günlerimiz de yakınmış madem… Trenden apar topar inip sırtımdaki çantanın yüküne rağmen dolaşıyorum. Arenaya giriş pahalı, etrafını şöyle bir dönüp Jardins de la Fontaine’ın yolunu tutuyorum. Aslında öyle park-bahçe gezmeyi tercih etmem ama burası güzelliğiyle bir istisna. Fransızların belki beş tane içersem beni ancak kesecek kahvelerinden alıyorum. Yıkıntılar arasında badminton oynayan kızları ve çeşmedeki kuğuları uzaktan seyrederek soluklanıyorum. Çantam, ben ne kadar hafif seyahat etsem de, ağır. Yakalanacak bir tren var. Yine hızla istasyona geri dönüyorum.

22ee8-28685530_1836537736417366_2832353780791661525_n

Yıllar önceki ilk güney Fransa seyahatimde merkez noktası olarak Arles’ı almış, civar şehirleri buradan çıkarak dolaşmıştık. Belki, biraz da bu yüzden,  o ilk ziyaretimden en net hatırladığım şehir Arles. Daha sonra Vincent van Gogh’un resimleriyle de gönlüme taht kuracak güney Fransa’nın cevheri. Dar sokaklar, provençal binalar ve o binaların ressamın skalasından çıkma tahta panjurları… Buraya ilk geldiğimde yazdı, hava sıcak, sokaklar doluydu. Sadece turistler değil, yerli halkın da tadını çıkardığı bir mevsim. Bir parkta petanque oynayan yaşlı adamlar hatırlıyorum. Benim medeni cesaretim yoktu o zamanlar, ama hoca 1-2 tur oynamıştı. Sanırım içten içe ben de denemek istemiş ama yenileceğimin utancını göze alamamıştım.

a9f5d-blog2bfotoArles küçük bir yer ama mutlaka görülmeli. Etkileyici bir tarihe ev sahipliği yapmış. Romalılardan kalma, oldukça iyi korunmuş bir arenası var. Yapılış tarihi MS 90. Hemen yanında bir amfitiyatronun kalıntıları bulunuyor. Tabii, bir de Van Gogh’un 1888’de buraya yerleşmesi ve bölgenin etkisinde kalarak, belki de, en ünlü eserlerini üretmiş olması var. Bugün onun üslubu ve renkleri olarak tanınan izlerin bu coğrafyadan çıkmış olması şehri dolanırken insanı heyecanlandırıyor. Eh, ressamın zamanla bozulan ruh sağlığı nedeniyle kendi kulağını kesmesi ve buradaki hastaneye yatırılması da dikkat çekiyor. Hastanenin bahçesi bugün onun resmettiği şekilde korunuyor. Yerel gerçeklikten etkilenen sanattan etkilenen güncel gerçeklik tezahürü… Bu turda müzelerden yana şansım yok, Van Gogh müzesine kapalıyken denk geldim. Sağlık olsun. Bir daha gelirim?!

Acaba Tarascon için zamanım olur mu, tren bulabilir miyim, diye debelenirken istasyonun önündeki otobüsü gördüm. Görevli birazdan kalkıyor, koş yetişirsin, deyince bir hevesle kendimi otobüse attım. Bilet otobüsten alınabiliyormuş aman ne iyi, diye düşünürken yarım saat sonra kendimi Tarascon’da buldum. Çok vaktim yok, şehir zaten küçük, Tartarin’e selam çakıp döneceğim. Kaldı ki, siesta zamanı, İspanya kadar olmasa da, güney Fransa’da da yer yer uygulanıyor bu uzun öğle arası. Her yer kapalı. Oldukça iyi korunmuş Ortaçağ’dan kalma kaleyi dolanıp nehrin öte yakasına baktım. Beaucaire mı ora? Hani şu Tartarin’in Cezayir’den önce bildiği en uzak nokta? Yağmur yağıyor, istasyona koşturuyorum. Trene daha vakit var ama istasyon çok küçük, her yer kapalı. Son bir umut içerde birilerini gördüğüm kapalı bir kafeye giriyorum. İngilizce bilmiyorlar ama benim derdim zaten belli. Elime kağıt bardakta bir kahve tutuşturuyorlar gülümseyerek. İstasyona yollanıyorum. Bir sonraki durak Sur le pont d’Avignon…

bfd14-tarascon

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s