İnce Çizgi’lerin Konuşulmayanları: “Deli/Dahi” Van Gogh’un Kulağının İzinde

DlNDJhvX0AEVrgy“1888 yılının o güneşli Noel arifesi sabahında Sarı Ev’e gelen ressam Paul Gaugin, Vincent van Gogh’u öldürmekten tutuklandı.”

Şu cümleyle başlayan bir roman hayal ediyorum. Ne güzel olurdu! Ama bu bir roman cümlesi değil, ‘gerçek hayat’tan (o da ne demekse) alınmış bir detay. Bernadette Murphy, kimsenin bilmediği ayrıntıların peşine düştüğü Van Gogh’s Ear: The True Story (Vintage, 2017) kitabının sürükleyici yolculuğuna bu detayla adım atıyor.

Herkesin bildiği: Hollandalı ressam Vincent van Gogh geçirdiği bir kriz esnasında kulağını keserek Maison de Tolerance’ta Rachel isimli bir kadına verir.

Vincent van Gogh, insanların lütfen tolerans gösterdiği (o da her zaman değil), sanatçının verili sınırları zorlayan kişi olarak portresinin de dışına düşer. Krizlerinin patolojik olduğu açıktır, tıpkı sanatının eşsiz olması gibi. İntiharı dahi bir bakıma kabul edilebilirdir. En azından, sanatçı denen kişiliğin aşırı-hassas, kırılgan ve/veya farklı olmasının sınırları dahilindedir. Ayrıca, ne de olsa ‘zararı kendine’dir, gittiği yol zaten yol değildir. Ama “delilik” başka bir meseledir. “Deli” hayatın içinde, göz önündedir. Onunla muhatap olmak, ilişki kurmak zorunluluğu vardır. O ilişkinin çerçevesi önceden belirlenmiş normaller, doğrular, ihtiyaçlar doğrultusunda tanımlanır. “Deli”nin deliliğinin ne kadar kabul edilebilir olduğu ise bu çerçevenin sınırlarına ne kadar uyum sağlayabildiğine bağlıdır.

Burada tarafı olduğum eleştiri kabataslak bir anti-psikiyatrik duruş ya da delilik güzellemesi değil. Van Gogh’un hikayesi, tam da bu taraf olma halinin ince ayarına çok uygun bir örnek olduğundan, bu da sadece bir kitap yazısı değil. “Delilik” denen halin ne güzellenecek ne romantize edilecek yanı var çünkü. Vincent van Gogh’un hikayesinin izini sürerken farkına varılması gereken en önemli noktalardan biri ruh sağlığının patolojik boyutlarda bozulmasının yakıcı bir acı çekme hali olduğudur. Van Gogh’un yakıcı hikayesi ise sadece onun değil, aynı zamanda onunla ilişki kurmuş ve hayatını paylaşmış olanların da hikayesidir. Bunu daha önce yazmıştım: Abisinin intiharından kısa bir süre sonra kendi sağlık sorunları nedeniyle ölüm döşeğinde olan Theo van Gogh son günlerinde ne düşünmüştür?

Van Gogh’un Kulağı

Vincent van Gogh’un hikayesinin günümüzde popülerleşmesine en büyük katkının “deli”liği ve intiharı olması piyasa zihniyetinin şaşırtıcı olmayan sonucu. Sanatsal üslubundaki özgün estetik ve eşi benzeri olmayan görme biçiminin bu detayların gölgesinde kalması ise büyük kayıp. Hayat deneyimini travmatik kılan ve elbette ki sanatına da sirayet eden söz konusu detaylar kesinlikle önemsiz değil. Hatta, böylesi müthiş bir dehanın patolojisinin konuşulması belki de toplumun ruh sağlığı ve damgalama meseleleriyle daha anlamlı ilişki kurmasını sağlayabileceği için değerli. Ama Van Gogh’u eşsiz yapan resimlerinden taşan yaratım enerjisi, hayatının sansasyonel yönleri değil.

Bernadette Murphy’nin kitabı bu açıdan önemli bir metin. Yazarın en ince detayına kadar peşine düştüğü “kulak kesme hikayesi” kabına sığmayan bir ruhun karanlığı ve o karanlıktan inadına sızan renklerde kendini var eden, hastalığın köşeye sıkıştırdığı bir adamın hikayesi. Bu hikayede mutlu son yok. Hasta ve yorgun ruhuna rağmen renklerin büyüsünün peşini bırakmayan ağrılı bir insan, onun için çırpınan kardeşi ve olan biteni anlamayıp korkuyla ve gündelik çıkarları doğrultusunda tepki veren insanlar var. Murphy bu hikayede yanlış bilinen, az bilinen ve bilinmeyen birçok detayı gün ışığına çıkarmış.

Gaugin’in tutuklandığı günün evvelindeki gece bir süredir aynı evi paylaşan iki ressam arasında tartışma çıkar. Van Gogh’un hayali Provence’ta bir ressam kolonisi kurmaktır ama onunla yaşamak zordur, kaldı ki, Gaugin de melek değildir. Bu tartışma zaten gergin olan ilişkileri kopma noktasına getirir. Van Gogh Gaugin’i (tahminen) ustura ile tehdit eder. Gaugin hışımla evden çıkar ve sabaha kadar dönmez.

DnuZpYBW4AA96d_“Kulak kesme” meselesi? Murphy’nin yaptığı araştırmanın kıymeti buradan itibaren başlıyor. Ressamın kulağını kesmesi farklı kaynaklarda çelişkili ifadelerle verilmiş. Fakat yazar binbir güçlükle arşivlerden Van Gogh’un olay sonrasında götürüldüğü doktorun çizimini bulup çıkarmış. Bir reçete kağıdına kabaca çizilmiş taslak ressamın kulağının nerdeyse tamamını kestiğini gösteriyor. Kulaktan geri kalan boşluk Van Gogh’un krizinin şiddetinin net bir ifadesi. Ressam kulağını kestikten sonra güzelce temizleyip dikkatlice sarıyor, genelevlerin bulunduğu bölgeye giderek Rachel isimli kadına veriyor.

Peki, kim bu Rachel? Kayıtlarda verilen adresin bir genelev olması nedeniyle çok uzun bir süre Rachel’ın fahişe olduğu kabul görmüş. Fakat Murphy tıkanan yollara rağmen ismin izini sürmeye devam ediyor. Aksi kanıtlanmadığı için kabul gören gerçek yeteri kadar gerçek değildir şiarıyla Arles’ın nüfus kayıtlarını tek tek inceleyen yazar, ufak bir tıbbi detayın peşinden Rachel’ın aslında fahişe olmadığını, bölgedeki evlerde temizliğe gittiğini ve daha sonra evlenip bir aile kurduğunu bulmakla yetinmiyor. Ailenin Arles’da kalan üyelerine ulaşmayı da başarıyor.

“Yaralı Melek” Rachel? Van Gogh’un kulağını verdiği kadın bir fahişe olmayınca ressamın kişi seçimi de basit bir şehvet meselesi olmaktan çıkıyor. Bu da ister istemez, Rachel’ın Van Gogh için ne ifade ettiği sorusunu doğuruyor. Murphy’nin bu kısımdaki karakter analizi ressamın hem hastalığının yarattığı çalkantıların hem de yaratıcı enerjisinin adeta bir özeti (“his extreme behaviour in Arles looks less like a single crazy episode than an act of desperation from someone profoundly unwell. He was impetuous, intense, yet at the same time oversensitive and deeply emphatic,” s. 227). Kolunda büyük bir yara izi olan ve hayatını temizlikle kazanan genç kadın Van Gogh için yaralı bir melektir (Van Gogh’un aslında bir rahip olduğunu unutmayalım). Ressam hassasiyetlerinin dengesizliğinde boğulurken kulağını keserek kendini onunla eşitlediğini ve onun değerli olduğunu ifade etmektedir. Kulağı da bunun kanıtı olarak ona hediyesidir. Zavallı genç kadının bu ‘jest’i anlaması elbette mümkün değildir. Jandarma ertesi sabah Van Gogh’un evine gider ve “cansız” bedeni ile karşılaşır.

1280px-Van_Gogh_-_Starry_Night_-_Google_Art_Project

Bunun gibi birçok detayın  keşfedildiği (ör. Arles’daki evinden kovulmasının asıl nedeninin “deli”liği olmadığı gibi…) Van Gogh’s Ear etkileyici bir araştırma macerası. Kendi adıma diyebilirim ki, 2017 Noel’inde ikinci kez gittiğim Arles’ın sokaklarını 1888’in Noel’inde Van Gogh’un izinde dolanmak ve zihnimde görsel bir harita yaratabilmek benim için bambaşka bir okuma deneyimiydi. Van Gogh’un popüler olmasından da kesinlikle rahatsız değilim. Hayatı boyunca başarısından ve ürettiklerinin anlamından şüphe etmiş müthiş bir ruhun 120 yıl sonra değere binmesi iade-i itibarların en kıymetlilerindedir. Popülerlik elbette bir tuzaktır. Ama o tuzağın etrafını dolanıp romantize edilmiş “deli/dahi” tümseğini de aştıktan sonra, belki tüm doğallığı ve marazlarıyla insan ruhuna dair düşünme imkanı oluşur. Belki Van Gogh’un ruhunun karmaşalarını ve kamaşmalarını birlikte görmek ruh sağlığının bilinen ve bilinmeyenlerine dair damgalama eğilimini değiştirebilecek bir yerden konuşabilmenin kapılarını açar.

Vincent Van Gogh 37 yaşında intihar etmiş bir ressamdır ve bir dahidir. Ruhunun dengesiz yoğunluğu etrafındaki insanları uzaklaştırmıştır. Yine aynı Vincent Van Gogh ruh sağlığının bozuk olmasının yıpratıcılığına rağmen dünyanın renklerini kimsenin görmediği bir devinim halinde algılar ve boyalarıyla o devinimi görmek isteyene görünür kılarak resim sanatına damgasını vurur. Artık mavi ve sarıya kimse eskisi gibi bakamayacaktır. İlla romantize edilecekse, Doctor Who dizisindeki küratör karakterinin (Bill Nighy) sözlerine kulak vermeli (5. Sezon, 10. Bölüm): “Pain is easy to portray, but to use your passion and pain to portray the ecstasy and joy and magnificence of our world, no one had ever done it before.”

Dp5CKNkXcAExUHy

Timuçin hoca Robin Williams’ın intiharından sonra şöyle yazmıştı, “ölümünü değil yaşamını konuşalım.” Van Gogh’un deliliğini ve intiharını değil, sanatını konuşalım. Kulağını kesişini ve intiharını unutmayalım, ama resimlerinin büyüsünü anlamaya çalışırken hastalığının pençesinde yaşadığı ağrıları da bilelim. “Deli/Dahi”lerin şaheserlerini “deli”lik anlarında değil, görece bir denge elde edebildikleri nadir dönemlerde üretebildiklerinin, o dönemlerin ise çoğu zaman çevrelerindeki insanların özverili tavırları ve destekleri sayesinde mümkün olduğunun farkında olalım. Van Gogh’ların değerini bilmenin kıymeti su götürmez: Hem Vincent’ların hem Theo’ların…

DlNDLNkXcAEqJor

* Şimdi nerede, ne yapıyordur, beni hatırlar mı bilmiyorum ama, bu yazıyı ortaokulda beni Van Gogh’un resimleriyle tanıştıran resim öğretmenim Merih Berkay’a ithaf ediyorum.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s