“Railway termini … are our gates to the glorious and the unknown. Through them we pass out into adventure and sunshine, to them, alas! we return.” Howards End, E.M. Forster
Londra söz konusu olduğunda tek yazıyla çok fazla detaya girmek zor. Bu nedenle, bu seyahatimden seçtiğim tek bir detaydan bahsedeyim istedim. Önce Bloomsbury ile modernistleri yazarım diye düşündüm ama geziden çok edebiyat yazısına döneceği için Saint Pancras istasyonunu seçtim.
Saint Pancras
İngilizlerin toplumsal algısında trenlerin, tren istasyonlarının ve tren yolculuklarının özel bir yeri vardır. Sanayi Devrimi ve sonrasının en önemli sembollerinden biri, gelişmişliğin ve zenginliğin simgesi olarak edebiyatta, sanatta, kültürel üretimin her alanında karşınıza çıkar. William Henry Barlow tarafından 1863’te tasarlanan ve 1866’da yapımına başlanan Londra Saint Pancras istasyonu Viktorya dönemine özgü mimarisiyle İngiltere’deki en güzel tren istasyonlarından biridir. Tarihinde savaşlar atlatmış, dünya savaşlarında cepheye giden ve dönemeyen nice askerin hikayelerinin başlangıcını oluşturmuş, günümüzde ise Manş Kanalını kateden Eurostar’ın istasyonlarından biri olmasıyla özel bir uluslararası konum elde etmiştir.
Adını inşa edildiği, eskiden bir kilise (St Pancras – Patron Saint of Children), bir mezarlık ve az sayıda evden oluşan küçük bir semt olan St Pancras’tan alan istasyonun yapılması için bölgede birçok insan evinden olmuş ve adını veren kilise de sökülerek başka bir yere taşınmış. BBC’nin yazdığına göre temeller kazılırken onlarca tabut ve beden çıkmış. Bu nedenle de inşaat oldukça yavaş ilerlemiş. İstasyonun özellikle demir ve camdan oluşan çatısı uzun süre en görkemlilerinden biri olarak anılmış. Hatta döneminin en büyük kapalı alanı olarak da nam salmış. İstasyondan ilk sefer ise Manchester treniymiş. (Şu anda Manchester trenleri Euston’dan kalkıyor.) İstasyona bir de ihtişamlı bir otel eklenmiş ama maddi sıkıntılardan dolayı bazı detaylar bitirilmeden bırakılmış. The Midland Grand otelinin mimarı George Gilbert Scott (1811-1878) talep edilenden çok daha masraflı bir plan çizmesine rağmen işi almış ama kendisiden hemen yeniden bütçelendirme istenmiş. Harry Potter, Batman Returns gibi filmerin bazı sahneleri burada çekilmiş.
İstasyonun mimarı William H. Barlow (1812-1902) ilginç bir adam. Aslında tam bir 19. yüzyıl, sanayi devrimi karakteri. İyi bir aileden geliyor, iyi bir eğitim alıyor. Manchester ve Birmingham şirketlerinde mühendislik yapıyor. Yaklaşık 6 yıl bir İngiliz şirketiyle çalışmak için Konstantinopol’da bulunuyor. Bu arada Osmanlı Sarayı kendisinden Karadeniz’in ışıklandırılması için çalışma yapmasını istiyor ve bu çalışmanın sonunda da saraydan “iftihar nişanı” alıyor. Viktorya dönemi Britanya’da mühendislerin aynı anda mucit, araştırmacı ve girişimci olduğu bir dönem. Telifi olmadığı için Barlow’un metnine “google books” servisinden ulaşmak mümkün. Türkçesi için bkz. Drummond’s Light at Constantinople.
Daha önce Eurostar için uğradığım Saint Pancras’ta en son ziyaretimden sonra eklenmiş bir heykel dikkatimi çekti. Biraz da bu nedenle yazmak istedim. Paul Day’in 2007’de yerleştirilen “The Meeting Place”i 9 metre uzunluğunda bronz bir heykel. 2008 yılında tabanına istasyona dair anlatıların bulunduğu bir friz eklenmiş. Bazı eleştirmenler tarafından pek beğenilmemiş ve özellikle frizdeki detaylardan biri hakkında sıkıntılar yaşanmış (sonradan değiştirilmiş gerçi) ama ben açıkçası çok beğendim. Frizlerin detayları, derinlikleri, hikayeleri çok güzel ve heykel bir yandan istasyonun ihtişamını tamamlarken, bir yandan da ona bir sıcaklık katıyor. Sanatçının diğer çalışmalarına bakarak kendine özgü, teatral bir derinlik algısı oluşturduğunu söylemek mümkün. Özellikle, Brüksel’deki çalışması “urban comedy” ilgimi çeken eserlerinden. İstasyon da heykel de görmeye değecek nitelikte, Londra’dan yolunuz geçerse aklınızda olsun derim.
Kaynaklar:
\ Urban75
\ Paul Day