Konstantinopol’da Drummond Aydınlatmaları

wanderlustpress blog için Saint Pancras’ı araştırırken, istasyonu tasarlayan William Henry Barlow’un mühendis olarak 6 yıl Konstantinopol’da yaşadığını öğrenmiş ve The London and Edinburgh Philosophical Magazine and Journal of Science’ta “Drummond’s Light at Constantinople” başlıklı bir metnini bulmuştum. Haziran 1836’da yayımlanan bu derginin içeriği oldukça ilginç ve 19. yüzyılda Britanya’nın entelektüel yapısına dair fikir veriyor. Tabii metinlerin tamamına tek tek bakmak zaman alacak ama şimdilik Barlow’un yazısının çevirisini paylaşayım.
***
Konstantinopol’da Drummond Aydınlatmaları[1]
XLVI. Karadeniz’deki  deniz fenerlerinin ışıklandırılması için Konstantinopol’da Drummond aydınlatmalarıyla yapılan deneylerin beyanı. Yazan: W. H. Barlow, Esq., İnşaat Mühendisi. Lond. and Edinb. Philosophical Magazine and Journal of Science editörlerine mektup aracılığıyla ileten: P. Barlow, Esq., F.R.S.
Kraliyet Askeri Akademisi, Şubat 4, 1836
Beyler,
Ekteki, Konstantinopol’da Drummond aydınlatmaları üzerine yapılan deneylerin beyanı bilimsel derginizde yer almaya ne kadar uygun bilemiyorum: Bence bir bilimsel nesnenin peşinde, zor şartlar altında gösterilen azim ve hüneri ifade etmesi açısından çok ilginç. Ayrıca, sanırım şimdiye kadar eski düsturları ve dini önyargılarıyla bağnaz Türklerin modern felsefenin en rafine buluşlarından yararlanıyor olduklarını bilmek genel olarak bilim adamlarının hoşuna gidecektir.
            Ekteki mektuba bir giriş olarak, Bay W. H. Barlow’un, Türk topçu birliğinin ıslahı amacıyla, pirinç dökümhanesi ve tünel açma teçhizatı inşa etmek için bir süredir Konstantinopol’da bulunduğunu, Namık Paşa ülkemizden ayrıldıktan sonra (ki kendisi imalat ve bilimsel kurumlarımızın çoğunu büyük dikkatle incelemiştir) Sultan’ın damadı Halil Paşa’nın Bay Barlow’u çağırttığını, onunla Karadeniz’deki bazı harap deniz fenerlerinin restore edilmesi hususunda görüştüğünü ve kendisine İngiltere’de Drummond lambası olarak bilinen fevkalade bir aydınlatmaya aşina olup olmadığını sorduğunu söylemem yerinde olacaktır. Cevabı, daha önce genel hatlarıyla duyduğu ve eğer kitaplarının herhangi birinde tasvirini bulabilirse kendisini detaylar konusunda bilgilendirebileceği, şeklinde olmuştur. Neyse ki, Edinburgh’da okumuş hünerli bir Ermeni hekim sayesinde, aydınlatmanın anlatıldığı bir Nautical Gazette sayısına denk gelmiş ve oradan edinilen bilgiler ışığında ekteki mektupta bahsi geçen deneyler yapılmıştır.
                                                                                    Sevgili Beyler, Saygılarımla,
                                                                                    Peter Barlow
Peter Barlow, Esq.’a Mektup
Konstantinopol, Ocak 6, 1836
Size daha önce Drummond lambalarıyla ilk deneylerimden ve tüm parlaklığıyla ilk defa yandığı zaman Türklerde yarattığı hayretten zaten bahsetmiştim. Dört bir yandan, “Maşallah allah güneş bu!”[2] nidaları yükseliyordu. Dr. Zohrab’ın da bana eşlik ettiği çabalarımın başarılı olduğunu ilk fark ettiğimde, kendi hayret ve memnuniyetimin de daha az olmadığını kabul etmeliyim. İkimiz de daha önce lambayı İngiltere’de hiç görmemiştik. Size Karadeniz’deki deniz fenerlerinin durumunu inceleyip döndükten sonra çalışmalarımın detaylarını yazacağıma söz vermiştim. Sözümü, bir mektupla ne kadar mümkünse, yerine getirmeye çalışayım.
            Halil Paşa Drummond lambalarından ilk bahsettiğinde kendi kütüphanemde herhangi bir tarif bulamayınca Edinburgh’da eğitim gördüğü ve İngilizce metinler okuma alışkanlığı olduğu için ihtiyacım olan bilgiye sahip olabileceğini düşündüğüm Dr. Zohrab’a danıştım. Neyse ki, içinde lambaya dair çizimli bazı detayların bulunduğu bir kısım Nautical Gazette bulduk ve güzellikleri hakkında okurken yapmayı denemek fikri aklımıza geldi. O gece çalışmaya başladım ve istenilen etkiyi yaratabileceğini düşündüğüm en basit aygıtın resmini çizdim. Şöyle bir şeydi:
Resim 1’de, A ve B, birinde oksijen diğerinde hidrojen olan, iki adet kese. C ise uzatılmış iki boru ile sıkıca bağlı oldukları karıştırma haznesi. Önce nasıl bulacağımız konusunda endişelendiğimiz ama şansa son karnavaldan kalan iki maskeden bulup çıkardığımız yaklaşık 30 tel kafes hemen kesilip bu karışım kutusuna yerleştirildi. Kutunun başına resimde görüldüğü gibi küçük bir boru ve vana iliştirdik. Vana Dr. Zohrab’ın bir aygıtına aitti, küçük boru ise Galata’da hünerli bir Ermeni tarafından yapıldı. Bu şekilde hazırladıktan sonra keseleri (başarısız tek bir ilk denemeyi takiben) bahsi geçen gazlarla doldurduk. Jetin önüne bir topak kilin üzerine bir parça kireç koyduk: keselerin üzerine ağırlıkla desteklediğimiz bir panel yerleştirdik. Sonra jeti ateşledik ve, ifade edilemez bir mutlulukla, anında bir ışığın patladığını gördük. Işık o kadar yoğundu ki doğrudan bakmak imkansızdı. Bunu başardıktan ve aygıtımızın güvenli olduğunu gördükten sonra, söz verdiğim resmi yerine, ışığın kendisini Paşa’ya göstermeye karar verdim. Daha önce de söylediğim gibi, oldukça hayretle karşılandı ve tasvip edildi. Hemen deniz fenerlerinin durumunu incelemek ve raporlamak amacıyla Karadeniz’e gönderildim. Döndüğümde daha büyük ve daha eksiksiz bir aygıt yapmam talep edildi ve bunda beklentilerimi tamamen karşılayacak şekilde başarılı oldum. Bu son lamba bir saat boyunca yanıyor. Aşağıda tarifi var ama önce ilk gösterimize dair bir olay anlatmalıyım. Bu ilk gösterimiz bittiğinde Dr. Zohrab’la aygıtı aldık, keselerde hâlâ bir miktar gaz bulunduğundan ofisimde kendi eğlencemiz için tekrar ateşledik. Ben keselere ellerimle bastırırken şiddetli bir şekilde patladı. Rushgrove’da, kulübedeki küçük odamdaki gazlarımın patlamalarını hatırlarsınız, onlar bunun yanında hiçti. Bu o kadar keskindi ki sağ kulağımda işitme hissini neredeyse bir ay boyunca kaybettim. Patlama keselerin parçalarının pantolonumun kumaşını bayağı delip geçmesine neden oldu. Yine de, kulağım dışında, yaralanmadan atlattım.
            Büyük lambamda keseler yerine gaz depolarına başvurmak gerekti. Bunlar, Drummond’ın tarifine göre, 30 inçlik su basıncına dayanmalıydı ve önceki patlama bize bu basıncın gazların büyük miktarlarda karışmasını önleyecek kadar değişmez olması gerektiğini öğretti. Bir sürü vazgeçtiğim tasarım oldu ama sonunda aşağıdakine karar verdim:
Resim 2’deki A 2ft çapında, 4ft 6 inç yüksekliğinde, altı kapalı, üstü açık bir teneke silindir. B ise 1ft 9 inç çapında, diğeriyle aynı yükseklikte, alttan 1ft 8 inç yukarıda bir diyafram bulunan başka bir silindir. Bu parça hidrojen gaz deposunu oluşturuyordu ve şöyle kullanıldı: Daha büyük olan silindirin altından bir boru, D, 1ft 9 inç kadar yükseliyordu ve iç silindirin diyaframında, borunun ucunu alacak, 1inç derinlikte bir girinti yapıldı. İç silindir böylece diğerinin içine, kenarları onun dibine dayanacak şekilde yerleştirildi. Gaz deposunu doldurmak için iç silindir çıkarıldı ve diğerine l seviyesine kadar su koyuldu, diğer silindir yerine yerleştirildi ve vanası açıldı. Diyafram suyun yüzeyine çıkana kadar hava boşaltıldı, gaz vanaya dayandı ve gaz deposu yükseltildi. 27 inçlik su B bölümüne boşaltılmış ve tenekenin ağırlığıyla beraber, toplamda 30 inçlik basınç oluşturulmuş oldu. Bu D’deki suyun bir kısmının kabın yanlarına yükselmesine neden oldu ve dışardaki su L seviyesine, yani borunun 29 inç yukarısına gelene kadar su eklendi. Bunun sonucunda gaz deposunun alt kısmındaki suyun baştaki l seviyesine geri dönmesini sağladı. Salınan gaz miktarı kadar gazın alçalan üst kısım tarafından sağlandığı görüldü. Alt ve üst çapların alanı aynı olduğundan l ve L seviyelerindeki su ve buna bağlı basınç hep aynı kaldı. Ayrıca, çok az sürtünme var ve hareket yumuşak ve eşit. Oksijen gaz deposu da aynı şekilde yapıldı, sadece diğerinin yarısı kadar bir miktarı tutması gerektiğinden yükseklikleri aynıyken onun altının alanı diğerinin yarısı kadar hazırlandı. Diğer parçalar kolay anlaşılır: c’, başka bir vana; m, karıştırma kutusu; s, s, onun destekleri; p, boşaltma borusu ve n’, kireç topu. Resim 3 iki gaz deposunu da gösteren, bütünlükçü bir şema. Karıştırma kutusu m borusunun dıştaki, üzeri delikli diyaframı olan, n borusuna kaynaklanmasıyla yapıldı. m borusunun onun içinden uzanan kısmının yanlarında da delikler bulunmaktadır.
            Lamba şu şekilde yakılmaktadır:
Vanasının açılmasıyla açığa çıkan hidrojen n’ye geçer, d diyaframından c’ye girer ve p, p borularından çıkar. Artık istikrarsız kızıl bir alevle yanmaktadır. Sonra oksijen vanası yavaşça açılır ve bu gaz deliklerden sızarak c’ye girer. Burada hidrojenle karışır ve mükemmel bir uyumla p, p borularından dışarı çıkarlar. Hidrojen vanası artık sonuna kadar açıktır ve diğer vana kireç topu en parlak ışığını verene, hidrojen alevi tamamen kaybolana kadar, yavaşça açılarak ayarlanır.
            Karşılaştığımız zorluklar ve başvurduğumuz sıradışı çareler size çok eğlenceli gelirdi ama bir mektup için fazla uzun olur. Şu kadarını söyleyebilirim ki, sonuç olarak, deney en iyimser beklentilerimizden bile daha başarılı oldu. Paşa performansından çok memnun kaldı ve aygıtı sarayına götürdü. Ondan beri kendisine bir de kömür-gaz lambası gösterdim, ki o aygıtın altından daha kolay kalktım. Ona bu lambanın ve yağ lambasının keşiflerini hazırladım. Fakat şüphesiz ki yağ lambası tercih edilecektir. Yakında Fanaraki’deki deniz fenerlerinin adam akıllı tamiratına başlayacağımı sanıyorum. Beale’in lambasının daha detaylı tarifini yazmanızı merakla bekliyorum, bu tür meselelere çok meraklı olan Paşa’ya da göstereceğim.
                                                                                                W. H. Barlow

[1] Kireç lambası. Metinde, “İngiltere’de Drummond Lambası olarak bilinen” ifadesi kullanıldığı için çeviride de aynı şekilde tercih edilmiştir.
[2] “Mashallah allah gunez boo!”

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s