İspanya Notları – Madrid

Madrid ve Üç Müzeler
Bundan 13 yıl önce İngilizce’de yeni bir kelime ögrendim: palimpsest. İlk önce kültürel antropoloji alanıyla ilişkili olarak tanıştığım, sonradan arkeolojide de denk geldiğim bu kelime aslında “bir el yazmasının silinip üzerine başka bir şeyin yazılması” anlamına geliyor. Silinen detay tamamen yok olmadığından eskinin izlerini taşıyan katmanlar oluşturarak metinselliğe farklı bir bakış açısı sunuyor. Palimpsest kelimesini bir metafor olarak genişletince geçmişi, bugünü ve geleceğiyle “ben” algısını da tanımladığını düşünebiliriz. Aslında hepimiz, bir bakıma, yaşayan palimpsest’ler değil miyiz?

***
İspanya’ya ilk 13 yıl önce, bugünden çok farklı şartlar altında, gitmiştim. Barselona, Alicante ve Granada’da geçirdiğim zaman bende derin izler bıraktığı için aklımın bir köşesinde geri dönme fikri hep vardı. Bir süredir Proustvari bir halde geçmiş zamanın peşinde dolandığımdan yeni bir Endülüs gezisi için uygun şartların oluştuğuna karar verip hazırlıklara başladım. Detaylı bir planlama sürecinden sonra Endülüs coğrafyasının önemli kısımlarını içeren İspanya yolculuğumuzun ilk durağının -biraz da lojistik nedenlerden- Madrid olmasına karar verdik.
 16. yüzyıldan beri İspanya’nın başkenti olan Madrid’in tamamını gezdiğimizi iddia etmiyorum. Nitekim, seyahatimizin bu ayağını müzelere ayırdığımız için turistik rotadan pek ayrılmadık. Yine de görebildiğim kadarıyla -biraz Barselona’nın gölgesinde kalsa da- geniş caddeleri, göz alıcı meydanları, etrafa ferahlık katan çeşmeleri ve çeşitli mimari tarzlarda yapılarıyla Madrid, güzellikte birçok şehirle yarışır. Belki bir Gaudi’si yok ama Retiro Parkı başta olmak üzere, halkın kullanımına açık alanların sayısı ve bakımlılığı ile yaşanılası bir yer. Şehrin yöneticilerinin gelişmiş ve düzenli bir kentleşme algısına sahip olduğunu özlemle fark ediyorsunuz. Oldukça iyi korunmuş tarihselliği ve nefes alma alanlarının çokluğu geniş caddelerin ve meydanların ferahlığıyla birleşince toplumsal hayatın kalitesi gözle görülür hale geliyor.
Tarihsel dokusunu Bourbon’ların, Habsburg’lerin, İslam’ın ve Engizisyon Mahkemeleri’nin izlerinin oluşturduğu Madrid için Plaza de Cibeles’i bir çeşit başlangıç noktası olarak düşünebilirsiniz. Buradan Gran Via’yı takip edip Puerta del Sol tarafına çıkarsanız sağlı sollu müthiş binalarla karşılaşırsınız. Caddenin iki tarafından da ayrı ayrı yürürseniz binaların ihtişamını farklı açılardan görebilirsiniz. Mesela, ilk dikkat çeken 1905 tarihli Metropolis binası Fransız tarzıyla civar yapılardan ayrılırken, açık renk yüzeyiyle genel skalaya uyum sağlıyor.
Caddenin sonunda şehrin en turistik bölgelerinden biri olan Puerta del Sol ve Plaza Mayor tarafına varıyorsunuz. Alan gündüzleri oldukça kalabalık olsa da, asıl hava sıcaklığının azaldığı saatlerle beraber insanların akımına uğruyor ve gece boyunca meydanlarda, sokaklarda yoğunluk azalmıyor. Yalnız, İspanya’da yemek servisi çok yavaş ve bu durum özellikle turistik ve yoğun yerlerde daha da sıkıntılı olabiliyor. Sabırsızsanız işiniz zor, yemek meselesini çok acıkacağınız ana kadar bırakmayın derim. Hatta, turistlerin değil, yerel halkın yediği yerleri hedeflerseniz deneyiminizin kalitesini arttırma ihtimaliniz yüksek.
Plaza de Cibeles üzerinden ters yöndeki Calle de Alcala’yı takip ederseniz Plaza de Independencia’daki Puerta de Alcala’yı görürsünüz. Bu anıt 18. yüzyılda kentin tören girişi olarak yapılmış. Müzeler içinse Plaza de Cibeles’ten güneye doğru inen Paseo del Prado’yu takip etmelisiniz. Madrid’i oldukça kısa geçtiğimin farkındayım ama müzeler üçgeni diye anılan galerilerin her birine bir gün ayırınca şehrin kendisini keşfetmeye pek fırsat olmadı. Duyduğuma göre keyifli bir gece hayatı varmış. Biz daha çok mahallemizin küçük bar ve kafelerinde takılmayı tercih ettik.
Museo Nacional del Prado
Kapısını büyük bir Goya heykelinin beklediği Museo del Prado’nun kalıcı koleksiyonunda 12. yüzyıl Hıristiyanlık temalı duvar resimlerinden Velazquez, Goya ve Ribera gibi İspanyol klasiklerine birçok önemli ressamın eserleri bulunuyor. Ayrıca, tekil olarak da olsa Bosch, Brueghel ve Caravaggio gibi isimlerle de karşılaşıyorsunuz.
Özellikle, İspanyol ressamların 16. yüzyıl ile başlayan ve Barok ile Bourbon (mmm bourbon) dönemlerini içeren gelişim, dönüşüm sürecini bir arada görmek açısından değerli bir koleksiyon. Başlarda renklerin (mesela kırmızı ve mavi tonlarının), ışığın ve gölgenin kullanımındaki derinlik dikkat çekerken, daha sonraki dönemlerde insan bedeni ve anatomik detaylar ile yüz ifadelerindeki duyguların etkileyiciliği baskın çıkıyor. Kesinlikle görülmesi gereken klasikler arasında Caravaggio, Bosch, Jan ve Pieter Brueghel, Rubens ve Dürer var.
Bunların dışında şahsen en çok ilgimi çekenler ise farklı Saint Jerome tasvirleriydi. Sanat tarihçisi olsam sadece onlar üzerinden bir sürü ilginç malzeme ve analiz çıkartabilirdim sanırım. Bir de Titian’ın Adem ile Havva’sı ile Rubens’in aynı resmin “kuşlu” versiyonunu yan yana görmek ressamların algılarındaki farklılığı değerlendirmeye imkan sağlıyor. 
Prado’daki geçici sergiler de en az ana koleksiyon kadar ilgi çekiciydi. Bunlardan ilki El Greco ve modern dönem başlığı altında düzenlenmişti. Ressamın Manet, Cezanne ve Picasso gibi birçok isme etkisini, resimlerini birlikte sergileyerek, değerlendirmeye sunmuşlar. Farklı yerlerde dağılmış olarak bulunan birçok Picasso eserini bir arada görmek için de iyi bir şans. Bir diğer geçici sergi ise Wagner hayranı olan Egusquiza’nın “Parsifal” çalışmalarını içeren “Das Böse bannt / Evil vanishes” sergisiydi. Kutsal Kase, Kundry ve Parsifal’in hikayesini tasvir eden çalışmalar ressamın kendine özgü, etkili tarzını oluşturma sürecini anlamaya yardımcı oluyor.
Eklemeden edemeyeceğim: Prado’nun müthiş koleksiyonlarını gezmeyi neredeyse sorun seviyesinde karmaşıklaştıran bir yerleştirilme sistemi var. Daha doğrusu ya bir sistem yoktu, ya da vardı da biz anlayamadık. Ama müzeye çok kafa karıştırıcı bir düzenleme hakim ve zaten yoğun olan bir deneyim iyice yorucu hale geliyor. Galeri haritasını ders çalışır gibi okumanızı tavsiye ederim.
Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofia
 Bir diğer önemli müze olan Reine Sofia’da da müthiş bir koleksiyon var. Picasso’lara ek olarak Kandinsky, Magritte, Miro ve Dali koleksiyonun zenginliklerinden. Yani, Prado’nun klasik çizgisinden farklı olarak, modernizm ve postmodernizm ilginizi çekiyorsa Reina Sofia öncelikli olarak gezmeniz gereken yer. Burada bulunan en önemli parçalardan biri de elbette Guernica. Hani aslı mutlaka görülmesi gereken eserler vardır, o kesinlikle bunlardan biri.
Bir de Dali’nin sürrealist etkiyle yaptığı resimler arasında daha karanlık bir çizgide olanlar vardı. Daha önce denk gelmediğim bu resimleri görmek bana başka bir Dali tanıttı diyebilirim. Ayrıca Picasso’nun çağdaşı başka Kübistlerin eserlerini görmek ve birbirlerine etkilerini karşılaştırmak için de güzel bir koleksiyon mevcut. Mesela, Juan Gris’in çalışmalarındaki Picasso etkisi çok belirgin. Ayrıca, Rivera ve Dali’nin Kübizmle haşır neşir olduğu eserlerini de görebilirsiniz. Müzenin bir adet Rothko’su da mevcut.
El Museo de Arte Thyssen-Bornemisza
 İspanya’nın başka şehirlerinde de müzeleri olan Thyssen Vakfının koleksiyonu Prado ve Reina Sofia’dan geri kalmıyor. Diğer iki müzeye oranla görece daha küçük olan mekanda Orta Çağ’dan günümüze Avrupa resim sanatının tarihsel süreci geniş bir yelpazeyle sunuluyor. Gentile ve Giovanni Bellini, Jan Brueghel I, Caravaggio, Chagall, Monet, Manet, Pissarro gibi birçok önemli ressamın en az bir, birçok değerli ressamın da daha fazla eserini yakından görme imkanı buluyorsunuz. Benim favorilerim arasında olan Dali, Picasso ve Grosz’a ek olarak Lucian Freud, Klee, Matisse ve Miro’nun eserleri mevcut.
Bu üçüncü müzeyle Madrid “altın üçgeni”ni tamamladığınızda resim tarihinin Avrupa’dan Amerika’ya belki de en önemli ressamlarının en değerli resimlerinden bazılarını görmüş oluyorsunuz –ki emin olun, ışık, renk ve fırça darbeleri söz konusu olduğunda bir resmin aslını görmek baskısını görmekten çok daha farklı ve etkileyici bir deneyim. Bu açıdan “Üç Müzeler”iyle Madrid özellikle resim sanatı meraklıları için bir cennet. 

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s