Somos nuestra memoria,
somos ese quimérico museo de formas inconstantes,
ese montón de espejos rotos.
somos ese quimérico museo de formas inconstantes,
ese montón de espejos rotos.
We are our memory,
we are that chimerical museum of shifting shapes,
that pile of broken mirrors.
we are that chimerical museum of shifting shapes,
that pile of broken mirrors.

Eğer hatırladığımız kadarsak ve kim olduğumuz, yaşanmışlıklarımızın hafızamızdaki kaydı ise, nereden gelip nereye gittiğimizin kanıtı olan anılarımızı yitirdiğimizde ne kadar biz kalır geriye? Böylesi bir kaybı deneyimlemenin aslında nasıl ıstıraplı olabileceğinin hikayesi Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi. Yaşadıklarımızın değerini bilmemiz gerektiğini onların tamamen yitirilmesi üzerinden anlatan bir roman. Düşünün, aşık oluyorsunuz ve bırakın geçmişteki aşkların nasıl olduklarını –hafıza eskiyen ve yeniden yapılandırdığımız gayet de öznel bir yapı- o aşık olma duygusunun nasıl bir şey olduğunu hatırlamıyorsunuz.
Romanın baş kahramanı, 60 yaşlarındaki Yambo böyle bir karakter. Bir kalp krizi geçirip komaya girdiğinde hafızasını yitiriyor, hayatının duygusal yapılanmasını oluşturan şeylerden geriye sadece yer yer kendini hissettiren “gizemli bir alev” kalıyor. Episodik, kişisel deneyimlerini içeren hafızasını kaybeden ama okuduklarının hafızası yerinde olan Yambo, hayatı boyunca, ama özellikle de çocukluğunda ve ilk gençliğinde okuduğu metinlerle, kendini yeniden var etmeye çalışıyor. Sadece kim olduğunun yeniden arayışı değil burada bahsi geçen. Yambo hayata dair bütün deneyimsel gerçekliğini yitirmiş ve bir çocuk kadar yaşama bakir. Diş fırçalamanın nasıl bir his olduğunu hatırlamıyor mesela, kayısı reçelinin tadını ya da onu sevip sevmediğini… Beş duyusuyla deneyimlediği gerçekliklerin hiçbiri sisteminde kayıtlı değil. Karısının adını hatırlamıyor ama doktor durumunu ona açıkladığında “onu şapka sanıp sanmayacağını” merak ediyor.[1] Kendini aradığı ve ararken kimi zaman yeniden yarattığı anılarıyla yapılandırmaya çalıştığı hafızası sayfaları arasında gezindiği dağınık büyük bir kitap halinde geri geliyor. Bilginin deneyimle harmanlanmadığı ve bu nedenle bilgeliğe dönüşmek yerine kuru bir mekaniklikte dizildiği bir hatırlama süreci karakterin iç dünyasının karmaşasının ve ıstırabının temelini oluşturuyor.
Bu durum romanı Umberto Eco gibi bir yazarın elinde edebi, tarihsel, kültürel bir oyun bahçesi haline getiriyor. Yazar metinsel bir araç olarak kullandığı hafıza kavramıyla metinlerarasılığın tadını çıkarıyor. Roman boyunca alıntılar, imgeler, betimelemeler tatlı bir keyifle akarcasına birbirine eklemleniyor. “Ölü topraklardan leylaklar çıkaran, en zalim, Nisan ayında” başlayan hikaye, okuru dünya klasiklerinden 20. yüzyıl İtalyan popüler kültürüne kitaplar, resimler, objeler, kokular ve tatlar arasında bir yolculuğa çıkarıyor.[2] Ayrıca, anlatı Yambo’nun koleksiyoner ve arşivci kişiliği üzerinden, sadece onun kişisel tarihi değil, faşist İtalya’nın da hikayesine dolanıyor. Böylece 1930’lardan itibaren İtalya’nın kültürel, toplumsal ve siyasi tarihini şarkılar, artistler, çizgi romanlar ve propaganda metinleri aracılığıyla seyretmiş oluyorsunuz. Kitapta resimlerle de süslenmiş bu bölümler yer yer uzayıp yazarın kendi yazma zevkiyle (jouissaince) daha çok ilişkili olduğunu düşündürse de etkileyici ve bulmaca çözercesine eğlenceli.

“I will finally learn how to perform for evermore the final scene of my Cyrano, I will see what I looked for all my life, from Paola to Sibilla, and I will be reunited. I will be at peace.”[3]
[1] Oliver Sacks, Karısını Şapka Sanan Adam.
[2] T. S. Eliot, The Waste Land.
[3] Umberto Eco, The Mysterious Flame of Queen Loana (Londra: Vintage, 2006). Türkçe çevirisi Şemsa Gezgin tarafından Doğan Kitap’tan çıkmış, Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi.