“Der Teufel, der ist alt.”: Şeytanın Suretleri

7b96b-jerome2bwitkin2bdevil2bas2ba2btailor
Jerome Witkin – “Devil as Tailor”
 
* Satan: The Early Christian Tradition (Cornell UP, 1981) (İblis: Erken Dönem Hıristiyan Geleneği, Kabalcı, 2000);
* The Devil: Perceptions of Evil from Antiquity to Primitive Christianity (Cornell UP, 1977) (Şeytan – Antikiteden İlkel Hristiyanlığa KötülükKabalcı, 1999);
* Lucifer: The Devil in the Middle Ages (Cornell UP, 1984) (Lucifer: Ortaçağda Şeytan, Kabalcı, 2001);
* Mephistopheles: The Devil in the Modern World (Cornell UP, 1986) (Mephistopheles: Modern Dünyada Şeytan, Kabalcı, 2001);
* Prince of Darkness: Radical Evil and the Power of God in History (Cornell UP, 1988).
 
Jeffrey Burton Russell’ın, dördü Türkçe’ye de çevrilmiş olan, beş kitaplık çalışması şeytanın tezahürlerinin tarihsel dönüşümü üzerine ilgi çekici bir araştırma. Kitapların dört tanesi bu dönüşümü dönemlere ayırıp detaylarıyla incelerken beşinci kitap, Prince of Darkness (Karanlığın Prensi) dönüşümün tamamını tek bir çatı altında topluyor. Aslında bu beşinci kitap genel olarak yeterli. Diğer dört kitap ise her dönemin çok daha detaylı irdelendiği, konu üzerine araştırma yapanlara uygun metinler.

Russell şeytanın, kötülüğün bir figürde vücut bulmuş hali olduğu, ana izleğinden yola çıkıyor.* Bu nedenle önce kötülük kavramının tanımlarıyla başlıyor. Doğal ve ahlaki kötülük olarak ikiye ayrılan tanımlama çabası aslında şeytanın nezdinde tanrının da varoluşunu dert edinen bir soruşturmanın parçası. Bu tartışma belki de Hıristiyan felsefenin de en ateşlilerinden ve şöyle özetleniyor: Eğer tanrı gerçekten en güçlü, en iyi ve en kudretliyse nasıl oluyor da kötülüğün ve şeytanın varolmasına izin veriyor? Yoksa, o kadar da güçlü veya o kadar da iyi değil mi? Böylece şeytanın varlığı sadece kendi temelinde ve kötülük üzerine bir sorun olmaktan öteye geçerek yaradılış inançlarını da sorgulatır hale geliyor.
11f86-img041
Satan’dan örnek sorular…
 
Antikite’den Erken Hıristiyanlığa
 “Der Teufel, der ist alt.”
 
İlk çalışma The Devil, Goethe’nin Faust Bölüm II’den bu alıntıyla başlıyor. Şeytan yaşlı ve eski, tıpkı insanlık tarihi gibi. Russell tartışmasını insanlık tarihinin başlangıcından beri varolan kötülük ve onun cisimleşmiş, imgeleşmiş hali olan şeytan figürü üzerinden kuruyor. Bu durumda kötülük bir soyutluk olmanın ötesinde “birilerinin başka birilerine nedensiz ve anlamsızca yaşattığı acı” düzleminde oldukça somut bir deneyim olarak ifade ediliyor. Yazar tartışmanın temellerini attığı ilk kitapta meseleye Hıristiyan geleneğinin de öncesine giderek yaklaşıyor.
            Doğu ve batı diye ayırdığı, Anadolu ve Asya inanç sistemlerini de dahil ettiği ve antik dönemlerden başladığı detaylı incelemesi, Yahudi geleneği ve Eski Ahit’ten Yeni Ahit’e geçişteki erken Hıristiyanlık teolojisine kadar geliyor. Bu ilk kitapta özellikle dikkat çeken noktalardan biri monist anlayış ve geçirdiği dönüşüm. Tanrı ile şeytan – iyi ile kötü arasındaki çatışma, erken dönemlerinde, tanrının bünyesinde birleşiyor. Tanrı hem iyi hem kötü ve iyi ile kötü insanın doğasında da halihazırda varolan bir çatışma. Bu açıdan monist yaklaşım daha kapsayıcı ve karmaşık açıklamaları mümkün kılıyor.
 
Erken Hıristiyanlık Geleneği
Russell Satan başlıklı ikinci çalışmada ilkinde bıraktığı yerden başlayıp monist anlayıştan dualist anlayışa (yani iyi ve kötünün, tanrı ve şeytanın birbirinden ayrı olmaları durumu) geçişi ve bu geçişin yarattığı sorunları inceliyor. Şeytan algısının halen eski Yahudi geleneğinin etkisinde olduğundan bahsederek tartışmaya gnostik’lerle devam ediyor.
Tartışmaların devamlılığına bağlı olarak beden ve ruh ikiliği üzerinden tanımlanan iyi ve kötü kavramlarının sorunlu doğası ön plana çıkıyor. Beden ve maddiyat kötülük, ruh ve maneviyat iyilik ile eşleştirilerek tanrı ve şeytan arasında benzer bir ikilik tanımlanıyor. Birçok sorunlu düşünce türünün ve ideolojinin alt yapısında olan dualist anlayışın etkisi günümüzde de din ve ahlak algısından öteye geçen sonuçlara sahip.
Tartışmanın odağı sorunun insanda, onun zaaflarında olduğu inancına dayanan yaklaşımlara yönelirken bir bakıma tanrının kudretinin güvenceye alınması işlevi de görüyor. Bu yaklaşımın dikkat çekici niteliklerinden biri de “yokluk” kavramıyla yapılan tanımlama. Kötülük iyinin yokluğu, tanrının inayetinin olmama durumu anlamına geliyor. Russell’ın verdiği örnek, somutlaştırma açısından komik ama işlevsel: Kötülük gravyer peynirindeki boşluklar misali, peynirin olmama durumunun sonucu.
Erken Hıristiyanlığın başka bir ilginç tartışması ise felix culpa anlayışının öne sürülmesi. Felix culpa kötünün varlığının, iyinin anlaşılabilmesi için gerekli olduğu, hataların ve günahların aslında insanoğlunun öğrenmesi ve bilgeliğe erişmesi için yol gösterdiği inancına dayanıyor. Bütün bu farklı tartışmaların ortak noktası ise genelde şeytanın maddi, bedensel arzuların davetçisi ve yoldan çıkarıcı olması.
 
Ortaçağın melekleri ve şeytanları
Serinin 3. kitabı Lucifer’le beraber Russell Ortaçağ Hıristiyan geleneğindeki şeytan tezahürlerine geçiyor. Bu dönemde şeytan tanımlamasında önceliğin, Lucifer figürü üzerinden, tanrının gözünden düşme ve/veya cennetten kovulma hikayelerine verildiği dikkat çekiyor. Bu bağlamda dualist geleneğin baskın olması söz konusu.
İslam geleneğindeki şeytan algısına da kısaca değinilen metinde, Anadolu topraklarındakilerle beraber, halk arasında ve folklorde şeytanla başa çıkma yöntemlerinin anlatıların bir parçası olduğundan bahsediliyor. Şeytanın komikleştirilmesiyle korkulacak bir varlık olmaktan çıkarılmasının ve özellikle sıradan insanların onu zekalarıyla alt edebileceğinin hikayelerine sıklıkla rastlanıyor. Rahiplerin ve üst sınıfların açgözlülük ve kibirlerinden dolayı tuzağa düşmeleri ile sıradan insanların zekası arasında karşıtlık kuruluyor. Özellikle şeytanın rahiplere “teşekkür mektupları” yazdığı anlatılar dönemin zihniyeti hakkında ilginç detaylara yer veriyor.
Alışıldık şeytan suretlerinden farklı olarak doğu kilisesine bağlı Bogomillerin Satanael’in insanı yarattığı hikayesi ise epeyce ilgi çekici. Satanael tanrıya öykünerek insanı, aslında bedeni yaratır ama onu canlandıramaz. Tanrıdan yardım ister. Tanrı hayatı, ruhu bedene bahşeder. Bir süre sonra Satanael’in maddi dünyadaki iktidarına son vermek isteyen tanrı ile aralarında bir mücadele başlar ve Satanael ilahi olan –el takısını kaybederek Satan olur. Bu çatışmanın nedenlerinden biri tanrının bahşettiği ruhun beden gibi zayıf ve değersiz bir taşıyıcının içine sıkışmış olmasından dolayı duyduğu memnuniyetsizliktir.
Orta çağ şeytanın toplumsal hayatın içinde de yoğun bir şekilde varolduğu bir dönem. Sahne performanslarında, hikayelerde ve resimlerde sıklıkla betimleniyor. Erken dönemlerde ölüm, cehennem ve şeytan çoğunlukla aynı figürde birleşirken artık şeytanın ayrıldığı ve tekil olarak resmedildiği görülüyor. Bu betimlemelerin çoğunda hayvani niteliklere, kuyruğa, boynuzlara sahip ve çoğu zaman kötülüğün bedendeki ifadesi olarak da oldukça çirkin çiziliyor.
Bu döneme damgasını vuracak şeytan algısı ise Avrupa’yı kasıp kavuran cadı avı. 15. yüzyıla gelindiğinde şeytan ve büyü iç içe geçiyor. Doğayla ilişkilendirilen ve Bacchus ritüellerinden ilham alan büyü şeytanla birleştiği noktada, özellikle kadınların ön plana çıktığı bir cadı kavramı ve korkusu yaratarak, insan avına, o avın ifadesinde şeytanla savaşa dönüşüyor.
 
Mephisto ve Modern Dünya
Serinin son kitabı Mephistopheles’te modernitenin hızlı ve köklü değişimleri tetikleyen gücünün etkisinde şeytan kavramının geçirdiği dönüşüm inceleniyor. Aydınlanma Çağı’ndan günümüze kadar gelen süreçte, oluşan yeni değerlerle, şeytan kavramı gücünü yitiriyor ve akılcılığın, bilimin ve teknolojinin baskın çıkmasıyla alegorik bir referans noktası haline geliyor.
            Kitabın özellikle son 2-3 bölümü Blake’ten Dostoyevski’ye edebiyat üzerine güzel analizler içeriyor. Bir yandan Prometheus ve şeytan arasında bağlantı kuran bir kanat var. Şeytanın asiliğinde, tanrı ve İsa karşıtlığında kurumsal din ve otorite eleştirisi dikkat çekiyor. Bu tür anlatılarda net bir romantizm söz konusu. Diğer yandan şeytan figürü yaratıcılık ve estetik ile ilişkilendirilerek “décadant” akımlarda sesini buluyor. Bu dönüşümdeki ortak unsur ise insan ruhunun karmaşıklığı ve monist-dualist yaklaşımlar sonrasında, sınırları daha belirsiz, muğlak bir kavrama evrilmesi.
            Russell dört kitaplık çalışmasını I. ve II. Dünya savaşlarına ve nükleer silahlara dair bir değerlendirmeyle kapatırken, kötülüğü ve şeytanı günümüz ideolojik sorunlarının ortasına getirip bırakıyor. Bunu yaparken de tartışmanın bitmediğinin ve bitemeyeceğinin ipucunu da veriyor. Bu 4+1 kitaplık çalışma, sadece şeytan ve tezahürleri değil, kötülük, ahlak, inanç ekseninde insan olma durumuna dair de çok şey söyleyen bir araştırmanın ürünü.

* İngilizce’deki “bad” ve “evil” arasındaki ilişkinin “kötü” ve “şer” üzerinden paralel olduğu düşünülebilir mi?

Leave a comment