
Yazarın Mrs Dalloway romanı ilk sayfasından itibaren ustaca kullanılan bilinçakışı tekniğiyle beraber bahsi geçen modernist yöntemlerin oldukça başarılı örneklerini içeren önemli bir metin olarak ön plana çıkar. Clarissa Dalloway karakterinin parti hazırlıkları yaptığı 1 günü anlatan romanda farklı karakterlerin hikayeleri çağrışımlar ve anlık kesişme noktalarıyla birleşir. Septimus’un savaş sonrası travması üzerinden ifade edilen modernitenin yıkıcı gücünden, motorlu taşıtlar ve uçaklı reklamlarla teknoloji, gelişme ve sermaye arasında kurulan ilişkiye metinde mozaik bir bütünlük oluşturulurken modernitenin yarattığı çeşitli parçalanmışlıklar bu mozaiğin içerisinde yapısal olarak da temsil edilmektedir.
Teknolojik ve bilimsel gelişmeler sonucunda değişen hız ve zaman algısıyla modernist sanatçıların da bu kavramlara yaklaşımı değişti. Woolf’un Mrs Dalloway romanında bu değişimin izleri zaman kavramının bellek ve ben algısını şekillendirişinde görülmektedir. Clarissa Dalloway’in anlatısında karakterin benlik algısı, geçmişi ve toplumsal konumu birbirine eklemlenirken geçmekte olan zaman onları birleştiren bir bağ görevi görmektedir. Romanın klasik metinlere nazire yaparcasına daraltılmış, 1 günlük bir zaman aralığında geçmesi zaman kavramının büyüteç altına alınması olarak değerlendirilebilir. Anlatı bir tek günü kapsarken bu görece dar zaman içerisinde saat başlarında ve yarım saatlerde çalan Big Ben sürekli hissedilen -belki biraz da tehditkar- bir zaman algısı yaratmaktadır.
Bayan Dalloway’in hayatında geçmiş gerek karakterin üzerinde bıraktığı izler gerekse doğrudan hatırladıkları aracılığıyla şimdiki zamanda var olmaya devam etmektedir. Bu ilişkiler ağı daha romanın ilk sayfalarında farklı detaylarla ortaya koyulmaktadır. Örneğin, romanın en başında parti için kapıların menteşelerinden çıkarılması gerekliliği menteşe gıcırtıları çağrışımıyla Dalloway’in hafızasında geçmişten bir ân’a bağlanmakta ve bu ân’ın tezahüründeki atmosfer ve ton değişikliği karakterin nostaljisini ele vermektedir. Söz konusu nostalji karakter için sadece güzel günlerin hatırlanması gibi basit bir durum değildir. Zamanın geçiyor olmasına, yaşlılığa ve o geçmişte kalan günlerin geri gelmeyeceğinin farkındalığına dikkat çekmektedir. Karakter her ne kadar önce yeni başlayan günün tazeliğini ve yaşamanın güzelliğini düşünüyor olsa da bu ifadelerden kısa bir sonra hayatını baştan yaşayabilse kendisi de dahil birçok şeyin farklı olmasını istediği ortaya çıkar.
Zamanın geçmesi, yaşlanma ve hatırlama romanda dantel gibi işlenirken bu ilişkiler yapısının merkezinde de benlik algısı durmaktadır. Artık geri gelemeyecek olan o geçmişin en belirgin ifadesi ana karakterin Bayan Dalloway olarak tanımlanmasıdır. Öncelikli olarak Bayan Richard Dalloway olan Clarissa için ismi benliğinin bir sembolüdür. Böylece asıl benliğinin geçmişte kaldığı ve tıpkı gençliği gibi geri dönülemez olduğu gösterilmektedir. Clarissa hayatında bazı tercihler yaparak toplumsal konumuna göre evlenmiştir. Bu tercihi doğrultusunda bireysel kimliği yerini toplumsal kimliğine bırakmış ve bireysel kimliğin temsil ettiği -eğer öyle bir şey varsa- daha öz bir benlikten vazgeçilmiştir. Her ne kadar Clarissa kabullenip doğrudan ifade etmese de tercihlerinin yarattığı pişmanlığa yakın duygular o döneme dair anılarının peşini bırakmamasıyla ve ifade ettikleri ile satır aralarında kalanlar arasındaki çelişkiler aracılığıyla görünür hale gelir.
Yine anlatının en başında, aslında yan karakter olması beklenebilecek bir ismi, yabancılaşmış olduğu eski erkek arkadaşı Peter Walsh’u herkesten önce hatırlıyor olması onun karakterin hayatında ve ben algısında ciddi bir yer tuttuğunu göstermektedir. Yapılan tercihin seçilmemiş tarafı olan bu karakterin Clarissa’nın hatırladıkları arasında sürekli öne çıkması, eşi Richard yerine toplumsal normlara pek de uymayan Peter’ı seçseydi hayatı nasıl olurdu sorusunun karakterin zihnini meşgul ettiğinin ifadesidir. Karakterin eski sevgilisi üzerinden geçmişini ve tercihlerini hatırlaması romantik bir durumdan çok Peter’ın geçmişte kalan Clarissa ile şimdiki Bayan Dalloway arasındaki nadir bağlantılardan biri olmasıdır. Özellikle, Peter’ın gençliğinde Clarissa’nın Bayan Dalloway halini, yani ileride iyi bir ev sahibesi olacağını biraz da alaycı bir şekilde öngörmüş olması ve Dalloway’in öyle bir kadın olmasına rağmen aslında onu da yeteri kadar iyi yapamadığını hissetmesi de Peter’ın geçmişin hayaleti olarak belleğinde dolanmasına neden olmaktadır.
Bu sebeplerden dolayı, aslında çok basit bir iş gibi görünen çiçek alma ve partiyle alakalı diğer hazırlıklar Dalloway’in benlik algısının ifadesinde değer kazanmaktadır. Madem ki Bayan Dalloway olmayı tercih etmiş ve bireysel benliği yerine ona uygun görülen toplumsal rolü sahiplenmiştir, bunu en iyi şekilde yerine getirmesi gerekmektedir. Kendisi Lady Bexborough kadar iyi bir ev sahibesi, partisi ise kusursuz olmalıdır. Romanın ilk cümlesi, “Bayan Dalloway çiçekleri kendisinin alacağını söyledi,” biraz da bu yüzden romanın derdini özetler niteliktedir. Akşama vereceği partinin kusursuz geçmesini isteyen Dalloway ince bir detay olan çiçekleri “kendi”si alacaktır. Tıpkı partinin başarısı gibi o başarıyı sağlayacak ayrıntılardan biri olan çiçekler de karakterin “ben” tanımlamasının anahtarıdır.
Woolf’un vurguladığı psikolojik gerçekçilik bağlamında düşünüldüğünde Bayan Dalloway için çok önemli bir etkinlik olan söz konusu parti aslında geçmişe, şimdiye ve geleceğe dair birçok endişenin, pişmanlığın ve soruların yarattığı huzursuzluğun üzerini örtme çabasıdır. Her ne kadar aslolan sıkıntıları düşünmemeye çalışsa da, söz konusu huzursuzluk, tıpkı Big Ben’in çınlamasının tüm şehri kaplayışı gibi, Clarissa’nın benliğini ve belleğini kaplamakta ve günlük detayların dinamiği bu huzursuzluktan kurtulabilmesine yetmemektedir. Clarissa’nın Septimus’un intiharına verdiği tepkiler karakterin ne kadar istese de günün sonunda zihnindekilerden kaçamadığını göstermektedir. Zamanın geçmesinin durduğu tek an olan ölüm, zamanın geçmesinin fiziksel tezahürü olan yaşlanmaya ve o mutlak sona yaklaşmaya dair içten içe endişe biriktiren Dalloway için yüzleşmek zorunda kaldığı bir gerçeklik olarak karşısına dikilir.
Septimus’un pencereden atlayarak ölümü seçmesi Dalloway’in partisinin tam ortasına düşer. Karakter, bu olayın o çok değerli partisine gölge düşürdüğünü düşünerek yine aslolan ölüm fikrinden kaçmaya çalışsa da, romanın sonunda artık onun mutlakiyetiyle karşı karşıyadır. Septimus’un intihar etmeyi neden seçtiği üzerine kafa yormak onu ötelemeye çalıştığı hayat sorgulamasına yöneltir. Bir yandan karşı evdeki yaşlı kadını izlemesi, diğer yandan Septimus’un ölümü tercih etmesindeki memnuniyeti Dalloway’in kendi içindeki çatışmaların paralel kıyaslamasıdır. Yavaşça ölümü beklemek, bedenin yaşlanışını ve zamanın geçerken hayatı da götürdüğünü izlemek, o hayatta bazı kararları alırken kendine dair bir çok şeyden vazgeçmek, hayatı verilen sınırların dışına çıkıp gerçekten yaşamaktan korkmak ve belleğin sürekli bunları hatırlatması gün boyunca Dalloway’in aklındadır. Septimus’un intiharıyla ise insanın kendi hayatına müdahale edemediği noktada kendi ölümüne karar vermesindeki bireysel iradenin gücüyle karşı karşıya kalır. Kendini o genç adam gibi, ona yakın hissetmektedir ve onun kendisinin yapamadığını yapma cesaretini önemser. Onun zaferi Dalloway’in de zaferidir sanki. Bütün bu düşüncelerine rağmen o kusursuz ev sahibesi rolünü üstlendiği partisine döndüğü an, yani romanın sonu ise Virginia Woolf’un kara mizahının başarısıdır. Clarissa geçen zaman, yaşlılık, anılar ve nostaljiyle hayata dair sorgulamalara girse de Bayan Richard Dalloway olmayı, toplumsal olana uymayı tercih etmiştir ve bir Septimus olamayacaktır.
Virginia Woolf’un Mrs Dalloway romanı zamanın hızlı akışının sürekli kendini hatırlattığı bir gerçeklikte elinde sadece sosyal kimliği ve rolü olan bireyin yaşadığı içsel sorgulamanın anlatısıdır. Hayatının ilerleyen yıllarında ölümün daha çok farkına varan karakterin hayatını ne kadar yaşadığını sorgulaması varoluşsal bir sıkıntının belirtisi olarak değerlendirilebilir. Zaten insanın öleceğinin farkındalığıyla yaşamak zorunda olması yeteri kadar trajik bir durumken Septimus’un savaş sonrası travması ve genç yaşta ölümü tercih etmesi bu iki farklı trajedinin kıyaslanmasında turnusol görevi görmektedir. Bu açıdan bakıldığında Woolf, yüzeyde bir parti hazırlığı etrafında dönen romanında zaman, bellek ve benlik algılarının iç içe geçtiği modernist dönemin varoluşsal sorularını ve endişelerini kendine özgü üslubuyla irdelemiştir.
Daha önce Notos – Eylül 2013 sayısında yayımlanmıştır.