
Öncelikle, aynı anda birçok şeye değinmek, birçok derdi dile dökmek çabasıyla metin aşırı yüklenmiş. Taşıyabileceğinden fazla malzemenin altına girdiğinden dikiş yerlerini zorluyor. Bu dikiş yerlerinden patlamak riski ya da patlayamazsa seslerin içerde sıkışıp boğulması söz konusu. O sıkışıklık içinde ise bir karmaşa ortaya çıkıyor, karmaşanın içinde farklı meseleler hak ettikleri gibi kendilerini duyuramıyorlar. Evet, ana dil meselesinin de, kadın ve bedeni meselesinin de özünde aynı iktidar/erk gerçekliğinin baskısı var. Ama yer yer eklem yerlerinden tam oturmayan farklı anlatılar sürekli değişirken sesler, dertler birbirini gölgeliyor. Bu da hedeflenen amacın aksine bir sonuç veriyor. Hepsi birden arada kaynayıp gidiyor. Geriye anlaşılmaz bir karmaşa ve gürültü kalıyor. Karmaşa olgusunun etkin kullanıldığı uygulamalar yok değil, ama oyundaki genel akış böylesi bir yöntemden uzak.
Metindeki aşırı yükleme bir de uygulamadaki aşırı yükleme tarafından boğuluyor. Ayrı ayrı güzel olan teknik detaylar bahsi geçen karmaşanın içinde birbirine çarpıp iç içe geçiyor ya da dağılıp kayboluyor. Postmodern anlatılara özgü parçalanmışlık ve montaj tekniklerinin hemen her türü uygulanmış. Barkovizyon da var, metin görseli de; koreografi de var, kendine dönük anlatıcı da. Ama her birinin neden olduğu, ya da olmasaydı oyundan neyin eksileceği sorularının cevapları yok. Bazen, “hadi bu da olsun,” türünden bir duygu hissediliyor. Metin oyun olarak yazılmamış da, oyun olmaya zorlanmış gibi.
Böylesi önemli meselelerin, toplumsal ve siyasi hassasiyetlerin anlatılması ne kadar değerliyse, anlatılırken kristalleşmesini sağlayacak berraklık da o kadar önemli. Bazen bu tür durumlarda sadelik çok güçlü bir silah olabilir ve aslında en karmaşık olanı anlatırken sade bir dil ve anlatı kurabilmek asıl ustalıktır. Sanırım “Merheba”nın en zayıf yanı da bu.