İnternette araştırma yaparken Ernst Kris ve Otto Kurz’un Sanatçı İmgesinin Oluşumu: Efsane, Mit ve Büyü başlıklı kitabına denk geldim. Ernst Kris (1900-1957) Viyana ekolü psikanalistlerinden ve özellikle sanat tarihine psikanalitik eleştirel yaklaşımıyla tanınıyor. Otto Kurz (1908-1975) da Kris gibi sanat tarihçisi ama o hayatına editör ve kütüphaneci olarak devam etmeyi tercih etmiş. Bu tercihinde II. Dünya Savaşı sırasında Nazilerden kaçmak zorunda kalmasının imkansızlıkları da etkili olmuştur herhalde.
Kitap ilk olarak 1934’te yayımlanmış ve 1979’da İngilizce’ye çevrilmiş. Türkçe’ye ise 2013 yılında Sabri Gürses tarafından, İngilizcesi üzerinden, kazandırılmış. Bu tür kitapların Türkçe’ye geç çevriliyor olması iki önemli soruna dikkat çekiyor. Öncelikle, Türkçe’de sanat hakkında analitik ve eleştirel araştırma metinlerinin az bulunması meselesi var. Zaten Türkçe’de üretimi oldukça güdük kalmış bir alanın çeviriler üzerinden de pek gelişememesi kaynakların sınırlı olması anlamına geliyor. Her ne kadar bu durum gün geçtikçe değişiyor olsa da, henüz yeterli seviyeye kesinlikle ulaşılmış değil. İkinci sorun ise bazı önemli sayılabilecek metinlerin çevrilene kadar geçen süre içerisinde eskimesi. Düşünsenize sanatçı imgesi üzerine 1930’larda yazılan bir kitap, İngilizce’ye 45 yıl sonra, Türkçe’ye ise ondan da 35 yıl sonra çevriliyor. Bu geçen süre içerisinde de konu üzerine daha nice kitap yazılıyor, ki zaten 1930’larda yazılmış bir metnin 2014’e söyleyebilecekleri kısıtlı oluyor. Yine de, hiç yoktan iyidir, demek lazım. Erken metinlerin belli bir alt yapının oluşması açısından gerekli olduğunu düşünüyorum.
Kitaba gelince, Kris ve Kurz’un odak noktasında sanatçının kişiliğinin dışarıdan algılanışı bulunuyor. Kendi tabirleriyle sosyolojik bir çalışma (yani, peşinen söyleyeyim, psikanalitik yaklaşımla alakası yok). Örneklerini de ressamlar, heykeltıraşlar ve mimarlar arasından seçmişler. İnceleme için ise sanatçıların biyografilerini ön plana çıkaran bir yöntem kullanıyorlar. Antik Yunan’dan itibaren incelemeye aldıkları örneklerde, ilk olarak, sanatçıların isimlerinin anılmaya başlaması ile sanatçı imgesinin oluşması arasındaki ilişkiye dikkat çekiyorlar -ki bu mantıklı bir çıkarım. Nitekim, ancak sanat eserini üreten insanın kim olduğunun önem kazanmasıyla sanatçı olma durumu kavramsal olarak önem kazanabilir ve elbette bu ikisi arasında karşılıklı birbirini besleyen bir ilişki olması doğaldır.
Sanatçıların haklarında yazılan biyografik ve benzeri anlatılar üzerinden uyguladıkları yöntem için “biyografik formül” ifadesini kullanan Kris ve Kurz sık rastlanan ve tekrar eden motiflerden bahsediyor. Örneğin, sanatçının kendi kendini yetiştirmesi, doğayla kurduğu gözlem ilişkisi, çocukluğunda yeteneklerini belli etmesi ve keşfedilmesi, ailesi ve yakın çevresinin sanatına engel olmak istemesi gibi detaylara biyografik anekdotlarda sıklıkla rastlanıyor. Dikkat çekici detaylardan biri, şairler ve yazarların aksine, ressam ve heykeltıraşların yaratıcı yeteneklere ve/veya tanrısal ilhama sahip, özel insanlar olarak görülmelerinin (kahraman statüsü) ancak Rönesans’tan sonra yaygınlaşması. Dahası, ondan önce, Antik Yunan ve Roma toplumlarında zanaatkarlar olarak hizmetli grubuna dahil olduklarından sınıf sisteminde pek de değerli olmamaları söz konusu.
Metnin değindiği bir diğer mesele de eski çağlardan itibaren sanatın büyü, doğa ve ilahi olanla arasındaki ilişki. Doğayı taklit edebilmek ve doğanın da ötesine geçen bir estetik yaratabilmek sanatçı imgesinin kurulumunda farklı bakış açılarının iç içe varolabildiğini gösterirken, doğanın ötesine geçebilmek ile tanrısal olana yakınlaşmak kendi sorunlarını doğuruyor. Bir bakış açısı tanrısal olana yakın olan sanatçı imgesiyle yaratıcılığı idealize ederken, başka bir bakış açısı bunu şeytanla özdeşleştirerek tanrının ve tanrısallığın karşısına koyuyor. Sanatçı imgesinin bu şekilde karşıtlıklar arasında gidip gelirken oluşması sanatın karmaşık doğası ve varoluşuna özgü meseleleri ile ilişkilendirilebilir. Kitabın son bölümünde ise sanatçının bir virtüöz olmasından bahsediliyor. Sanatsal becerinin üretim süreci, sanatçılar arası rekabet ve sanat eserinin ederi gibi konularda etkisi, yine Antik Çağ’dan Rönesans’a, birçok ilginç anekdotla örneklendiriliyor.

Metinde sıkıntılı bulduğum noktalardan biri biyografiler arasında gerçeklik ve anlatı arasındaki ilişkinin pek iyi açılmamış olması. Sanatçı imgesi biyografik anlatılar üzerinden irdeleniyor ama metinselliğin yarattığı potansiyel sorunlara değinilmeyince yöntemin güvenirliği şüpheli hale geliyor. Sanat ve sanatçı kavramları ve imge-algı kurulumunda öznellik nedeniyle güvenirlik sorunu bir miktar anlaşılabilir, ama en azından bahsi geçen sorunun varlığını kabul etmek gerekiyor. Eğer dikkatimden kaçmadıysa ben böyle bir referans görmedim. Metnin başında, klasik bir akademik tavırla, kitabın olası eksikliklerini ve sorunlarını kabulleniyorlar ama yine de ortaya çıkan yöntemsel sıkıntıya çözüm sundukları söylenemez. Yapılan çalışmada yöntem sıkıntılı olduğunda ise maalesef içerik de zayıflıyor. İkincil kaynakların kullanımındaki sorunu ise metnin eskiliğine ve akademik gelenek alışkanlıklarına bağlayıp çok üzerinde durmuyorum.
Bütün bunlara rağmen Sanatçı İmgesinin Oluşumu: Efsane, Mit ve Büyü’nün konunun meraklıları için yararlı bir kitap olduğunu düşünüyorum. Metnin zayıflıkları içeriğinin genel zenginliğinin değerini düşürmüyor. Sadece temkinli bir okumaya gereksinim yaratıyor –ki zaten bence iyi bir okurun normal pratiğinin bu olması gerekir.