Ekip Tiyatrosu’nun yeni oyunu Öğüt’ün ilk gösterimine dair notlar…

2013-2014 tiyatro sezonunu İstanbul AltFest’le açtım. Yeni sayılabilecek, küçük/orta bütçeli birçok tiyatro grubunun ilk gösterimlerinin yer aldığı festivalde tercihimi Ekip Tiyatrosu ve yeni oyunları Öğüt’ten yana kullandım. Daha önce Nerede Kalmıştık? oyunuyla sahnedeki performansını keyifle izlediğim Cem Uslu’nun oyun yazarlığını ve yönetmenliğini de görmek güzel oldu. Öğüt birçok insanın kendinden birşeyler bulabileceği, güçlü bir duygu dünyasına sahip gayet başarılı ve izlemeye değer bir yapım olmuş.

Metinsel olarak bakıldığında oyunun kurgusu güzel. Özellikle anlatı zamanının kullanımı ve farklı açıların temsili metnin iyi nitelikleri olarak dikkat çekiyor. Ayrıca, Uslu’nun oyunculuğunda gördüğüm “gerçek” karakterler yaratma becerisi oyun yazarlığında da ön plana çıkıyor. Öğüt’ün karakterleri güncel hayatın içinden çıkıp gelen ve sokakta sıklıkla karşılaşabileceğiniz türden, farklı sınıf ve dünyalardan sıradan insanlar. Bu açıdan bakıldığında yeni dönemde Türkçe yazılmış bu ve benzeri güncel oyunlarla karşılaşmak Türkiye tiyatrosu için umut verici. Fakat itiraf etmeliyim ki birçok bu tür metinde varolan bir zayıflık da dikkat çekmiyor değil. Ciddi travmaların, mutsuzlukların ve hayal kırıklıklarının sarıp sarmaladığı toplumumuzda dramatik bir anlatı kurarken, vurgu amaçlı başvurulan yükseltilmiş duygu alanları yer yer Öğüt’te de melodramaya kaçabiliyor.
Oyunu başarılı buldum, fakat açıkçası her karakterin dramasını verme isteğinin aşırı bir duygu yoğunluğuna neden olması ve seyirciye o yoğunluğu yaşatmak isteme çabası yer yer nicelik olarak biraz fazla kaçtığı hissi verebiliyor. Burada kastettiğim aşırıya kaçan yoğunlukta bir duygu dünyasından çok, fazla sayıda neredeyse birbiriyle rekabet eden farklı yoğun duygu dünyaları… Elbette herkesin hayatı kendine özgü küçük ya da büyük travmalarla dolu ve belki de verilmek istenen biraz da bu. Ama işte o gerçeklik çok kişili, çok sesli anlatılar olması durumunda, belki biraz idealist bir heyecanla, “bunu da koyalım,” “şu da olsun” gibi bir izlenim verebiliyor. Metin herkesin hikayesini anlatmak derdine düşmek yerine bir ya da iki karakterin hikayesini temiz ve net verseydi, oyun sonrası damakta ve zihinde oluşan tat belki daha etkili odaklanmış olacak ve hedefine daha etkin bir şekilde ulaşacaktı.
İkinci Kat’ın sahnesi artık alışmaya başladığımız apartman dairesi tiyatrolarından biri. Bu sahne türü, aynı durumdaki birçok yönetmende olduğu gibi, Uslu’nun da yaratıcı çözümler üretmesine neden olmuş. Farklı şekillerde kullanılabilen bloklardan oluşan dekor pratik olmakla beraber uygulamada oldukça etkili bir düzen oluşturmuş. Sahneye hakim olan gri ise verilmek istenen mutsuzluğun ifadesi olarak gerekli olan baskıyı yaratan yerinde bir tercih.
Sahnelemenin henüz oturduğunu söyleyemem ama izlediğim oyunun ilk gösterim olmasından dolayı bu sıkıntıya çok takılmamalı. Zamanla oyuncular da sahneye ve rollerine daha çok alışacak, daha rahat edeceklerdir. Fakat baştaki, dramatik etkiyi arttırmaya yönelik olduğunu düşündüğüm, bekleme sürecinin biraz uzun kaçtığını düşünüyorum. Başarılı bir müzik ve ışıkla yaratılan söz konusu dramatik atmosfer giriş çok uzadığında etkisini kaybediyor, çünkü bir süre sonra dikkat dağılıyor. Onunla birlikte yaratılan klostrofobik baskı da ortadan kalkıyor.
Sevil Akı’nın performansı çok iyi. Sahnedeki kısa süreli varlığı oyunun etkisini müthiş bir şekilde arttırıyor. Oldukça ağır ve yoğun bir duyguyu başarılı bir şekilde taşıyarak performansın yavaşladığı bir noktada seyirciyi alıp götürüyor. Bu tarz dramatik oyunlarda sahne ritmiyle seyircinin ilgisini denk tutmak genelde zordur. Akı gibi bir oyuncunun sahne varlığı bunu başarıyor. İsmail Sağır ve Engin Aydın’ın iki kardeş uyumu da yer yer aksasa da genelde iyi. Sağır’ı başka oyunlarda da seyretmeyi isterim. Farklı tür rollerin altından nasıl kalktığını görmek ilginç olabilir.
Son olarak, oyunun tanıtımında geçen sözlere takılmamak mümkün değil: “Mutluluğumuzun sebebi nedir?… Trajedimizin sebebi nedir?… Kişi, arzuları için neler yapabilir?… İnsan mutlu olmak istiyor, mutluluğu için çabalıyorsa eğer, ne oluyor, nasıl oluyor da yaşamımız en beklenmedik anlarda bir trajediye dönüşebiliyor?” Eğer oyunun meselesi bu ise, özde varolması beklenen mutluluk kavramına oyunda rastlanmadığını söylemek lazım. Mutsuzluk duygusunun bilinçli bir şekilde ön plana çıktığı hikayede, mutluluk varolmayışıyla sorgulanacaksa eğer biraz daha iyi tanımlanabilirdir belki de. Karakterlerin anılarında hayalet gibi dolaşan mutluluğun daha etkin bir şekilde ortaya çıkarılması, onun kaybedilişini de daha anlamlı kılardı sanırım. Bu haliyle bence oyun için “mutluluğun ne olduğunu bilmeyen insanların onun gölge varlığında mutsuzluğu çoğaltmaları,” demek daha doğru olurdu, çünkü oyunda mutluluk kavramı Plato’nun Mağara Alegorisindeki kavramlar gibi sadece bir gölge-imge olarak mevcut.

2 comments

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s