Galip kim? Sanat mı, iktidar mı?
Sanatın iktidar ile olan ilişkisi tarihten bu yana tartışılmaktadır. Bu tartışma devletin sanatı toplumsal varoluşun bir parçası olarak desteklemesi ile sanatın devletin ideolojik hegemonyası altında bağımsızlığını yitirme riski eksenlerinde dönmektedir.
İster aristokratik, ister toplumcu yapılar olsun ödenekli sanat anlayışı, bütün sorunlarıyla birlikte, hep vardı. Özellikle resim sanatı devletin, kilisenin ve aristokratların patronluğunda gelişmiş ve bu maddi destek doğrultusunda şekillenerek hemen her döneme damgasını vurmuştur. İngiliz yazar Howard Barker’ın yazdığı ve Semaver Kumpanya’nın sahnelediği Bir İnfazın Portresi böyle bir tarihsel gerçeklikten beslenen ve sanat-iktidar ilişkisini bu bağlamda irdeleyen güzel bir metin: Venedik hükümeti Galactia adlı marjinal bir ressamdan İnebahtı Savaşı’nı resmetmesini ister. Galactia’nın gayri-ahlaki ve çılgın, hatta deli olarak kabul edildiği bir toplumsal düzende, Venedik hükümetinin bu tercihi fazlasıyla cesur bir harekettir ve sonuçları da dramatik olacaktır.
Metinde dikkat çeken en önemli noktalardan biri söz konusu ressamın kadın olması. Zaten kadın bir ressam olarak yeteri kadar “öteki” olan Galactia, marjinalliği ile de “öteki” olmanın sınırlarını zorlar. Bir yandan nadir bir kadın ressam olarak kadınlar için önemli bir yerde durmaktadır ve bu yeri kızı tarafından sürekli hatırlatılır. Diğer bir yandan toplumsal, dini, ideolojik ve ahlaki kural tanımazlığı onu sürekli iktidarın araçlarıyla çatıştırmaktadır. Yine bir ressam olan ve başarıyla resmettiği merhametli İsa figürleriyle dikkat çeken Carpeta ile yaşadığı evlilik dışı ilişki ise iki karakterin birden hayatını tutkunun, hırsın ve aşkın iç içe geçtiği bir çılgınlığa çevirmektedir.
Sanatın iktidarla olan ilişkisi bu olay örgüsü üzerinden net bir şekilde veriliyor. Venedik devlet başkanı geleneksel siyasetçi imgesinden uzak bir şekilde bir sanat aşığı olarak kurgulanmış. Galactia’nın ben-merkezci ve yer yer dengesiz karakteri de sanatın radikalliğinin idealize edilmesini engelliyor. Böylece metin doğrudan oluşabilecek bir sanat-iktidar karşıtlığını gelenekselin dışında bir bakış açısından didikleyebiliyor. Sanatın radikal bir ses olarak toplumsal –savaş karşıtı- eleştirisi elbette yine mevcut. Savaşın kutsal değerler, kahramanlar ve zaferler üzerinden tanımlanan ideolojik gerçekliği Galactia’nın resimlerindeki gerçekçi sanat anlayışıyla yıkılıyor. Bu “yeni” tarza verilen tepkiler ise iktidarların ve toplumların ideolojik hegemonyasını gözler önüne seriyor.
Son sahne kurulan sanat-iktidar karşıtlığı ters yüz edildiği için çok önemli. Oyun boyunca sanat görülmek istenmeyen gerçekleri insanların yüzüne vuran bir araç olarak temsil ediliyor. Fakat ikinci perdenin sonlarına doğru metinde bir değişim sezinleniyor. Venedik devlet başkanı, yani radikal sanatçıyı infaz etmekle tehdit eden iktidar sahibi, kiliseye de karşı çıkarak hem Galactia’yı serbest bırakıyor, hem de kabul edilemez ilan edilen resmi halka açık bir şekilde sergiletiyor. Son sahnede ise Galactia’yı devlet erkanının katılacağı bir yemeğe davet ediyor. Bu daveti de seçkin iktidar masasında toplumun değerli sanatçılarının mutlaka bulunması gerekliliği üzerinden değerlendiriyor. Galactia ise şaşırmakla beraber çok da düşünmeden daveti kabul ediyor.
Oyunun sonu oldukça belirsiz. Bir yandan iktidarın eleştirel sanatı bile bağrına basması gerektiği gibi kulağa hoş gelen bir düzlemde okunabilir. Venedik büyüklüğünü eleştiriye açıklığıyla gösterecektir. Ama diğer bir yandan da radikal olanın yasaklanmayıp üzerine gidilmediğinde bir süre sonra sistemin bir parçası olacağı ve etkisini kaybedeceği izlenimi veriliyor. Bu açıdan da iktidarın sağlamlaştırılmasına hizmet etmiş oluyor. Nitekim Galactia bu daveti kabul ettiğinde iktidara yakınlaşarak radikal, ayrıksı niteliğinden de uzaklaşmış oluyor. Bu durumda, eleştirel olana verilen “izin” demokrasinin önemini mi temsil etmektedir, yoksa sistemin içine eklemlenmesi suretiyle eleştirinin etkisiz hale getirilmesini mi? Peki sanatçı -en radikal olanı bile- kendini kabulettirdiği noktada bağımsız ve eleştirel yerini koruyabilir mi? Metin ilk etkide sanatın iktidarla olan eleştirel ilişkisini ve bu ilişkinin önemini gösteriyor gibi görünse de, sonundaki belirsizlik Machiavelli’nin pragmatik iktidar anlayışını akıllara getiriyor.
Performans olarak oyun fena değil. Sahne tasarımı, dekor ve kostümler özgün ve başarılı. Metnin geleneksel, olay örgüsüne dayalı yapısından dolayı oyunculuk dikkat çekiyor. Bazı sahne geçişlerindeki teklemelere rağmen de oyuncuların performansı iyi bir akışı yakalıyor. Ama açıkçası daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Sarp Aydınoğlu’nun Carpeto’su ve Elif Ürse’nin Galactia’sı etkileyici. Başka işlerde de seyrettiğim Serkan Keskin ve Sezin Bozacı’nın daha iyisini yapabileceğini düşündüğüm için de bu oyundaki performanslarının durağan olduğunu hissettiğimi itiraf etmeliyim. Bu elbette benim seyrettiğim oyuna denk gelmiş olabilir. Sonuçta Bir İnfazın Portresi izlenesi bir oyun.
***
Yıllar sonra İstanbul’a dönmemin geçmişe yapılacak yolculukları ve onunla yüzleşmeleri içereceğini biliyordum. Eskiden gittiğim; yeniden bulduğum ya da bulamadığım nice mekan, kıyı köşe bana şimdi çok uzaklarda kalmış bir hayatı anlatacaktı. Hem Semaver Kumpanya’nın Bir İnfazın Portresi’ni izlemek için Çevre Tiyatrosu’na gidişim, hem de sonrasında çok eskilerden gelen bir sesle paylaştığımız uzun sohbet böylesi bir deneyime dönüştü. Ben en son Çevre Tiyatrosu’na gittiğimde orası hala Uygurların sahnesiydi ve buluştuğum arkadaşım ise yıllar önce beraber sahneye çıktığım bir avuç insandan biri. Bakalım evim dediğim İstanbul benim için daha ne hesaplaşmalar saklıyor zulasında…