
Bir “Şeylerin” Hiç Değişmeyen “Şekli”?
“Sanat adına ne kadar ileri gidilebilir?” – Yeni Kuşak Tiyatro’nun Aksanat’ta sahnelediği “Şeylerin Şekli” bu soru üzerinden yola çıksa da, aslında sadece sanatın sınırlarını sorgulamıyor. Değişim kaygısı üzerine de keskin bir eleştiri aynı zamanda. Bu eleştiride ön plana çıkan sorunlu bakış açısına rağmen, Yeni Kuşak Tiyatro’nun başarılı prodüksiyonu için oyunun mutlaka görülmesi gerektiğini düşünüyorum.
“Şeylerin Şekli” ABD’nin orta-batısında, küçük bir üniversite kasabasında geçiyor. Oyunun geçtiği coğrafya anlamlı. ABD’nin orta-batısı genellikle tutuculuğu ile bilinen bir bölgedir. Bu bölgede üniversiteler, bulundukları küçük şehirleri hem ekonomik hem de toplumsal açıdan canlandırmak için kurulmuştur. Yani oyunun ilericilik-tutuculuk karşıtlığına bağlı tonu daha baştan belirlenmiş. Biri lisansüstü olmak üzere dört öğrencinin birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden kurulan hikayedeki sorunlar, Yeni Kuşak Tiyatro’nun performansının yarattığı ilk olumlu etkinin geçmesiyle daha da belirginleşiyor. Bu nedenle, oyunu metin ve yapım olarak iki başlık altında incelemek doğru olacaktır.
Yazınsal bir metin olarak “Şeylerin Şekli”
“Şeylerin Şekli” ABD’li yazar Neil LaBute’un yeni denebilecek bir oyunu. İlk izlenimde sarsıcı ve özgün bir eser gibi görünüyor ama özde yine bir “ilk günah” hikâyesi. Hatta bu etki o kadar belirgin ki, oyun hakkında hiçbir şey bilmeyen birine bile “bu oyunu bir kadın yazmış olamaz,” dedirtecektir. Zaten çok düşünmeye de gerek yok, baş karakterlerin isimleri Adam ve Eve(lyn), yani Adem ile Havva.
Oyunda, Evelyn’in bir sanat projesi uğruna Adam’ı acımasızca manipüle edişi üzerinden sanatın sınırları irdeleniyor. Fakat ben bu “sanatsal eleştiri”nin çok da masum olmadığını düşünüyorum. Burada söz konusu olan, iddia edilenin aksine, kişilerin özdeki “kötülükleri”nin eleştirisi değil, daha çok “kadınların kötülüğü.” Bu bağlamda düşünüldüğünde, Adam’ın “düşüş”ünün ifadesinde yazarın Mormon geçmişinin etkisi olduğu yadsınamaz. Nitekim Mormonlar Hıristiyan mezhepleri arasında en tutucularından biridir. LaBute’un senaryosunu yazdığı The Wicker Man filminde de aynı öğretinin etkileri net olarak görülmektedir.
Bu açıdan bakıldığında, sarsıcı hikâyesine rağmen, “Şeylerin Şekli”nin oldukça tutucu bir oyun olduğu söylenebilir. Yapılan “sanatın sınırları” eleştirisi de herhangi bir sanatsal eleştiri değil, özellikle radikal-ilerici sanata yönelik bir yargılama. Nitekim Evelyn’in projesine yön veren hocası “dünyayı değiştirmek”ten bahsediyor. Evelyn ile abartılarak çizilen radikal sanatçı karakteri, toplumsal anlamda ilerici eğilimlerle eşleştirilerek toptan muhafazakâr bir eleştiri yapılıyor. Zaten liberal ABD’de radikal ile ilerici eş anlamlı olarak kullanılmakta ve gerçek radikal düşünce sadece ilericiliğe yamanabildiği ölçüde var olabilmektedir. Yani, Evelyn’in projesi için kurduğu “yalan” dünya sanatın “gerçek-dışı”lığına gönderme yaparken, “değişim”i vurgulayan ideolojiler ve takipçileri de aynı düzlemde eleştiriliyor. Kısacası, “Şeylerin Şekli”nde LaBute muhafazakâr Amerika’nın değerlerini popüler ve sanatsal söylemlerin içine katarak veriyor.
Yeni Kuşak Tiyatro’nun “Şey”i yorumlaması
La Bute’un metni ne kadar sorunlu olsa da Yeni Kuşak Tiyatro’nun yorumu kesinlikle izlenmeye değer. Yönetmen Mehmet Ergen’in oyunun her sahnesini Aksanat binasının farklı bir katında sahnelemesi iyi bir seçim. Seyircilerle oyuncuları bir araya getiren mekân kullanımı aktif bir tiyatro deneyimi yaşatıyor.
Adam ile Evelyn’in müzedeki tanışmaları ve sinema önünde buluşmaları Aksanat’ın geleneksel proscenium sahnesinde verilerek sanata gönderme yapan bir üst-anlatı kurulmuş. Philip ile Jenny’nin ve Adam ile Evelyn’in evlerinde geçen bölümler bir üst kattaki stüdyoda sahnelenerek daha iç içe bir ortam yaratılmış. Stüdyonun esnek kullanımı “dış” sahneler için de uygun bir tercih. Buna ek olarak, Evelyn’in projesini sunduğu sahnede tiyatroda görünmez dördüncü duvar olarak bilinen sınırın kaldırılması oyuncu-seyirci iletişimini de artırarak ileri bir farkındalık yaratmış.
Son sahneler için seyirci binanın kafesinin de bulunduğu üst kata alınıyor. Bu kat Evelyn’in projesinin sergilendiği ve Philip ile Jenny’nin evlendiği sahneler için gayet güzel bir şekilde kullanılmış. Özellikle Adam ile Evelyn’in son sahnesi çok başarılı. Oyuncular plastik bir kafese sıkıştırılmış gibi Evelyn’in projesine dâhil edilmişken seyirciler de bu “kafes”in dışından sahneyi izliyor. Bu da “sanat”ı eleştiren bir “sanat eseri”nin “sanat olma durumu”nu vurgulayarak seyircinin gözünde çok boyutlu bir farkındalık yaratıyor. Ayrıca, bu sahnede LaBute’un Adem-Havva yorumu da Adam’ın, Evelyn’in bir kasedeki “günah” elmalarından bir tane yemesiyle kendini açıkça gösteriyor. Her ne kadar yaşananlar Philip ile Jenny’nin son sahnedeki düğünüyle olağanlaştırılmış gibi görünse de, oyunun muhafazakâr mesajının neden olduğu rahatsızlığı silmeye yetmiyor. LaBute’un “sanat” anlayışında gerçeklik ise sadece bir “fısıltı” olarak var olabiliyor.
Mekân ve sahne değişimleri açısından oldukça aktif bu prodüksiyonda oyuncuların yüksek enerjili performansı oyunun başarısını perçinliyor. Yeni Kuşak Tiyatro’nun genç oyuncularının “yeni kuşağı” en iyi şekilde temsil ettiğini düşünüyorum. LaBute’un çok da beğenmediğim metnine kaliteli yorumlarıyla can katan, Yeni Kuşak Tiyatro’yu daha iyi seçilmiş bir oyunda görmeyi merakla bekliyorum.
***
Oyun sonunda sevgili Betül Çobanoğlu’nun Evelyn’in “proje”sinin ne olduğunu fark etme anına yönelik sorusuna net cevabımı buradan vermek isterim. Evelyn’in daha oyunun başında “et”in ne kadar “esnek” bir malzeme olduğunu söylemesi benim için oyunun sonunu da belirlemişti.