Kadının Kadına Yaptıklarına Dair Bir Oyun: Düğün

8 Mart Dünya Kadınlar Günü her sene olduğu gibi bu sene de benzer temenniler ve etkinliklerle “kutlandı” (!?) Bazı ülkelerde kadınların erkeklerle eşit ücret sistemine dahil olmaları, iş yerlerindeki annelik sosyal haklarının sağlamlaştırılması gibi sorunlar ön plana çıkarken, biz yine yeniden kadına uygulanan toplumsal ve aile içi şiddetten, kadının toplum içindeki eşitlikten uzak yerinden ve küçük gelinlerden bahsettik. Ataerkil toplumsal yapının kadının ötekileştirilmesindeki travmatik rolünden dem vuranlar çoktu yine, ama sesleri cılız çıksa da “ya kadının kadına yaptıkları” diyenler de vardı.
            Öteki olma durumunun içselleştirilmesinin en tehlikeli yanı söz konusu sorunların ötekileştirilenler tarafından devam ettirilmesidir. Annelerin kendi yaşadıklarına rağmen kızlarının benzer şeyleri yaşamalarına, gönüllü ya da gönülsüz olarak, izin vermeleri, hatta çoğu zaman hararetle desteklemeleri ve kadınların kendi aralarında aynı sorunlu normlar üzerinden, farkında olarak ya da olmayarak, birbirlerinin kafesini hazırlamaları kadının ötekileştirilmesini en az ataerkil yapı kadar perçinlemektedir.
            Düğün, işte tam da burada devreye giren bir bakış açısıyla yazılmış. Verilmeye çalışılan mesaj yer yer fazla ön plana çıksa da metin performatif açıdan başarılı bir komedi. Hikaye köklü ve iyi bir aileden geldiği belli olan genç kadının düğününde annesi, anneannesi, emektar yardımcıları, en yakın dostu, müstakbel kayınvalidesi ve müstakbel görümcesi ile bu karakterlerin birbirleriyle olan ilişkileri üzerinden toplumdaki farklı kadın rollerini irdeliyor. Şiddetin sadece fiziksel olmadığına, ataerkil toplumsal yapının ayrılmaz bir parçası olarak nasıl mağdur olanlar tarafından içselleştirildiğine ve bunun sonucunda kadınların farklı şekillerde birbirlerine uyguladıkları psikolojik şiddetin sorunlu boyutlarına dikkat çekiyor.
            Bir yandan geleneksel bir aile yapısından gelen ve değer dünyası alışkın olduğundan farklı olan sevgilisinin “şiddet” içerikli tepkileriyle baş etmeye çalışan gelin diğer bir yandan da beklentiler ve hayalkırıklıkları nedeniyle annesi ile aralarında yaşadıkları iletişim kopukluğuyla yüzleşiyor. Bunu yaparken annesi de kendi fedakarlığının kızında açtığı yaralar ve benzer nedenlerle aynı şeyi tekrar etmiş olan kendi annesiyle ilişkisi ile baş başa kalıyor. Bu farklı nesilden anneler ve kızları beklentilerini, hayal kırıklıklarını ve yaralarını birbirleri üzerinden sarmaya çalıştıkça farkında olmadan aynı yaraları açıyor ve daha da derinleştiriyorlar. Benzer bir ilişkinin daha hiddetli bir tezahürü farklı bir sınıf ve kültürel yapıdan gelen damadın annesi ile kız kardeşi için de geçerli. Son sahnede ise gelinin, düğündeki genç garson kızın tacize uğramasıyla yaşanan gerginlikte, “kısa etekle kırıttığı” için yaşananlara neden olduğunu söyleyerek kızı kovmasına arkadaşının verdiği tepkiyle herkes eteklerindeki taşları dökmüş oluyor. Düğünün sonunda kalpler kırılıyor ve yaralar derinleşiyor. Yani, kadının kadına uyguladığı şiddetin erkeğinkinden daha incitici bir şekilde kadın olma durumunu zorlaştırdığı net bir şekilde ortaya çıkıyor.
            Metinde kadın olma sorunsalının en farkında olan karakter gelinin arkadaşı. Sürekli gelini damat ve ailesiyle ilgili uyarıyor ve ona göre, hatalı olan bu evliliğin geleceğine dair şüphelerini ifade etmeye çalışıyor. Ama düğün evinin gergin gerçekliğinde bu uyarılar sağır kulaklara düşüyor ve ortamı sadece daha çok germeye yarıyor. Hem garson kız, hem trafik kazası meselesinde kadını ezdirmemekten yana tavır takınan karakter farkındalık konusunda öne çıkıyor. Ve fakat, metin burada ufak bir soruna takılıyor. Bu farkındalık sahibi karakter diğer karakterlere göre feminen sayılmaz. Oldukça erkeksi tavırları olan bir karakter olarak ancak belirgin bir marjinalleşme sonucunda kadına karşı içselleştirilmiş şiddetten uzak kalabiliyor. Onun tavırları yapılmaya çalışılan eleştiriyi beslese de karakterin duruşu açısından sorunlu olduğunu düşünüyorum. Neden bir kadın karakter kadınsallıktan uzaklaşıp erkeksiliğe yaklaştığı noktada farkındalık sahibi oluyor? Belki bu sembolik bir uzak durabilme, dışardan bakabilme ifadesi olarak kullanılmış ama eleştirilen ataerkil söylemi aynı zamanda desteklemiş olmuyor mu?
            Elbette bütün bunları düşündürüyor olması, tartışmaya açması fay hatlarına rağmen oyunun önemli bir noktadan hareket ettiğini gösteriyor. Metindeki etkili anlatım tarzı ve başarılı oyunculuk oyunu kesinlikle izlemeye değer kılıyor. Ben şahsen, özellikle Zerrin Sümer ile Güler Ökten’i tiyatro sahnesinde seyretme imkanı bulduğum için çok mutlu oldum. Bir de bir karakter bu kadar mı hiçbir şey söylemeden, sadece sahneye girip çıkarak oyuna damgasını vurabilir. Maria Akgüllü kesinlikle dikkat çekici bir oyunculuk sergiliyor. Kısa ve öz görünüp oyunculuğunu bu kadar net göstermek kolay değildir. Performans konusunda tek bir eleştirim var. Oyunun başında oyunculukta ufak bir enerji düşüklüğü fark ettim. Yaklaşık ilk yarım saat oyuncular mümkün olduğu kadar alttan oynadılar. Acaba hemen sonrasında İzmir’e dönüp yeniden sahneye çıkacakları için biraz az yorulmaya mı çalışıyorlardı? Gerçi sonradan bu ağırlık ortadan kalktı, performans ona yakışan enerji seviyesine ulaştı ve finalde istenilen etki yaratılmıştı.
Bu arada bizim Süleyman Demirel Kültür Merkezi gibi sahneler tiyatro için yapılmadığından tiyatro keyfini baltalıyor. Örneğin, ses sistemi o kadar kötüydü ki –konferans odaklı bir sahne olduğunu unutmayalım- karakterlerin sahnede cep telefonu çaldığında ben sürekli ne oluyor diye sağa sola bakmak ihtiyacı hissettim. Tabii izleyici kalitesi ve sunum tarzı hakkında yorum yapmak dahi istemiyorum. 2-3 yaş civarı çocukların yetişkin oyunlarına alınmaması gerekmiyor mu?
Son olarak oyunun sonunda 8 Mart nedeniyle yapılan ufak konuşmadan bahsetmeliyim, çünkü oyunun ifade etmeye çalıştığı dertle doğrudan alakalı. Bu kısa konuşmalarda oyuncuların iyi niyetlerini ifade etmek için kullandıkları cümleler aynı yapıyı destekler nitelikte olunca açıkçası çok üzücü oluyor. Bir sanatçının farkında olmadan da olsa, hatta özellikle farkında olmadan, aynı eril söylem üzerinden kadına verilmesi gereken değeri ifade ettiğinde maalesef kendi savunduğu duruşun altını kazıyor. Söylemi bozmak için söylemin bilincinde olmak ilk şart.
Farkında mısınız, “değerli annelerimiz,” “yuvayı yapan dişi kuş” ve “aşık olunan canan” noktasında kadın yine erkek ile olan ilişkisi ve toplumsal rolleri üzerinden tanımlanmakta ve birey olarak, kendi olarak hiçe sayılmaktadır?

2 comments

  1. Hocam kaleminiz(aslında teknoloji çağı bağlamında klavyeniz demem gerekiyor)gerçekten de sizi çok güzel biçimde yansıtmış.Teşekkürler. Yalnız,karşıtlıklar dünyasında var olduğumuz için ,bizi biz yapan etmeni her daim zıtlıklardan yola çıkarak tanımladığımız için,kadınların da erkekler üzerinden tasviri normal olmuyor mu? Sonuçta bir erkek de kadın üzerinden tanımlanmaz mı?

  2. Buse:

    Guzel bir yerden yaklasmissin olaya, ama benim burada elestirdigim sey sanirim karsitlik uzerinden tanimlamaktan cok -ki temel diyalektik acisindan bu dogal- marazli olan soylemin kullanilmasi. Aslinda senin soylediginle bir ucundan ic ice geciyor, haklisin. Bu noktada, biraz kurcalandiginda, Spivak'in sordugu “can the subaltern speak?” problemine geliyoruz galiba. Yani elestirilen soylemin gercekten disina cikmak mumkun mudur? Bence en azindan denenmelidir ve populer soylem henuz buna yaklasamamaktadir bile.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s