İstanbul Devlet Tiyatroları’nın yeni oyunlarından Kırmızı kısa bir süreliğine İzmir Konak Sahnesi’nde turnedeydi. Oyun Mark Rothko’nun hayatından yola çıkılarak yazılmış çağdaş bir metin. Kendisine lüks bir lokanta tarafından verilen duvar resmi siparişleri üzerinde çalışmakta olan ressam ile yanına asistan olarak aldığı, kurgusal bir karakter olan, ressam adayı Ken’in birbirlerinin hayatlarına dokunmalarının hikayesini anlatıyor.

Performans genel olarak başarılıydı. Dekor, sahneleme, özellikle de, oyunculuk metnin hakkını fazlasıyla veriyordu. Bu nedenlerden dolayı keyif almış olsam da, oyunun beni çok etkilediğini söyleyemem. Bunun nedeni metnin kendisi. Film senaryolarıyla tanınan ABD’li oyun yazarı John Logan’ın Kırmızı’sı bana çok da özel gelmedi. Ressamı, dönemini ve eserlerini az çok bilir ve kendimce onun bir sanatçı olarak derdini anlamaya çalışırım. Doğal olarak hayatı üzerinden kurgulanmış bir oyun çok ilgimi çekti. Ve fakat Kırmızı, Rothko’nun sanatçı ve entelektüel duruşunun hakkını veremiyor. Bu duruş sadece karakterin ağzına yerleştirilmiş laflar olarak asistanına ve seyirciye iletilen mesajlar şeklinde ses bulabiliyor. Bu da her ne kadar oyunun anlatısı içinde yerli görünse de ifade ve metinsellik açısında zayıf kalıyor. Belki de ben Mark Rothko adını duyunca beklentilerimi fazla yüksek tutmuşumdur.
Oyun Rothko ile Ken’in ilişkisi üzerinden, biri yaşlı biri genç iki erkeğin karakter çatışması ile karakterlerin temsil ettiği nesilsel sanat anlayışı çatışmasına odaklanıyor. Bu bağlamda da gayet klasik bir usta-çırak, eski-yeni, baba-oğul ikiliğinin hikayesi. Yani oyunun kendisinde de geçtigi gibi bir çeşit Oedipal anlatı. Rothko gibi “yeni birşeyler yapma” derdi olan bir ressamın, olabilecek en klasik anlatılardan biri üzerinden hikayelendirilmesi biraz ironik. Hatta belki de yazar, modernitenin doğası gereği, dengeler yeni neslin tarafında olduğu için Rothko’yu daha da klasikleşmiş göstermeye çalışıyor, bir yandan da onun trajediye olan tutkusuna gönderme yapıyordur. ß Aşırı-Yorum
Kabul ediyorum, metin çok yüklü. Oyun yazarı dersini iyi çalışmış belli. Bizim Modernizm-Postmodernizm öğrencilerinin bilmesi gereken hemen herşey oyunda mevcut. Bir ara oturduğumuz yerden metindeki referansları bile saydık. Yazar iki karakter üzerinden yeni-eski sanat çatışmasını vermek için o kadar uğraşmış ki asıl hikaye ve metnin/Rothko karakterinin derdi biraz arkaplanda kalmış. Sanırım klişelere de çok yüklenilmiş. Mesela geçmişinde ağır bir travma bulunan Ken’in “kırmızı”ya olan takıntısı ve Rothko ile Ken arasındaki bol çatışmalı, yokmuş gibi görünüp de içten içe yaşanan yoğun duyguların sonradan ortaya çıkmasıyla ulaşılan final bu klişelerden en çok dikkat çekenleri. Bence herşey biraz fazla beklenildiği gibiydi. Ve tabii ki, oyunun son sahnesinde Rothko’nun Ken’e söylediği, “Hadi Git Yeni Bir Şeyler Yap!” sözündeki Ezra Pound (Make it New!) göndermesi metnin o anına kadarki gidişatını taçlandırmış oldu. Kırmızı ancak o cümleyle bitebilirdi.
Söylemeden de geçemeyeceğim kar, yağmur ve yaprak dökülmesi efektleri kötüydü. Hatta bir ara düşen yaprak sayısı ve hızının yapaylığından (yaprakları atan sahne asistanının canı mı sıkılmıştı acaba?) Papatya ile benim dikkatimiz dağıldı ve gülmeye başladık. Özgür ise seyrettiğimizin bir tiyatro oyunu olduğunu söyleyerek bu tarz yapaylıklardan rahatsız olmamıza şaşırdı. Tiyatrodan çıkarken bir tiyatro oyunu gerçekçi olmalı mıdır, ya da ne kadar gerçekçi olmalıdır gibi konuları tartışıyorduk.
Tiyatroda, edebiyatta yani sanatta gerçekçilik konusu uzun mevzuu. “Her oyun gerçekçi olmalı mıdır?”, “Gerçekçilik çok da önemli midir?” gibi sanatın doğasına ve felsefesine yönelik ontolojik tartışmalar önemli ve şart. Bence sanat sarsmalıdır, söylem bozmalıdır, yer yer rahatsız etmelidir ki hassasiyetlerin köreldiği anlarda ve noktalarda yeni ifadeler yaratıp önemli olanın arkaplana düşmesini engelleyebilsin. Özellikle günümüzde, sanat baskın olan görsel medya tekrarcılığından dolayı trajedinin alışıldık hale gelmesinin ve ruhsuzluğun önüne geçebilmeli. Aslında, belki de anlatmaya çalıştığı hikaye ve “derdinden” dolayı Kırmızı bu kadar gerçekçi bir oyun olmamalıydı, gerçekçi bir yapıya sahip olduğu için de yapılan hatadan dolayı oluşan yabancılaşma rahatsız etti.
Kırmızı yer yer keyifli, ama genel olarak ortalama bir hikaye olmaktan öteye gitmiyor maalesef. Yalnız, Nihat İleri’nin bencil, aksi ve yaşlanmış Rothko’su eğlenceliydi. Turan Günay’la güzel bir uyum içindeydi ve iki oyuncu da karakterlerin duygu dünyalarını başarıyla yansıttılar. Rothko karakterinin oyunun sonunda resimleri lokantaya vermeyi reddetmesi ve gerçek kişi Rothko’nun bu resimleri intiharının hemen öncesine kadar elinde tutması oldukça anlamlı. Oyun, onu ayakta tutan iki oyuncunun performansları ve klasik bir tiyatro deneyimi için izlenebilir.
İtiraf etmeliyim, benim aklımdaki bir diğer soru da seyirci kitlesiyle alakalı. Acaba metin döneme ve ressama meraklı olan, ama belki de, bizim kadar işin epistemolojisinin içinde olmayan seyirci için daha keyifli bir performans olabilir mi? Ne de olsa bütün benzerlik ve karşıtlıklarımızla ben “Modernizm”ciyim, Papatya da “Postmodernizm”ci ve anlatılan hikayenin bir sürü farklı formatıyla sürekli haşır neşir olmak durumundayız. Yani, bizim için konunun halihazırda bir tükenmişliği de var. En iyisi siz kendiniz için gidin görün, kendi kararınızı verin.
Mark Rothko kimdir?
Asıl adı Marcus Rothkovic olan Rothko New York Okulu ressamlarındandır. Ailesi Rusya’da Yahudiler üzerindeki baskıdan kaçarak 1913’te ABD’ye gelir ve Portland, Oregon’a yerleşirler. Ressam Yale Üniversitesi’nden burs alır, fakat mezun olmadan bırakır. Özellikle 1950’lerden itibaren, renk geçişlerinin ön plana çıktığı iç içe geçmiş dikdörtgen motifleri imzası olmuştur. Entelektüel açıdan kendini oldukça geliştiren ressam aynı zamanda sanatsal duruşunu açıklayan metinler de kaleme almıştır. Yunan trajedilerinden ve Nietzsche’den çok etkilenmiştir. Resimlerinde duyguları soyut figürler ile renk-ışık arasındaki etkileşimin yarattığı hareket üzerinden ifade etmeye çalışmıştır. Onun için resim, entelektüelite ve toplumsal değişim birbiriyle iç içedir ve bu kişisel duruşunda da kendini belli eder. Ressam 66 yaşında intihar etmiştir. §
§ Evdeki ofisimin duvarında Terry’den yadigar bir Rothko duruyor: Earth & Green (Rothko candır, kara gözlü ceylandır. – LC) J
Anlatının güçlü olmamasının bir sebebi de bence fazlaca öne çıkarılan ve bu yüzden de dikkat dağıtıcı olan mesaj verme kaygısı. Hikayenin kendisini anlatmasına izin vermek yerine seyirciye hikayeyi anlatmak kötü bir tercih olmuş. Gene de izlemekten keyif aldım. Zaten metinler üzerine konuşturabilidikleri sürece anlamlı değil midir sayın hocam 🙂