Basit Ev Kazaları, Kadın Olmanın Travmaları

Araya bir sürü başka yazı aldık. Halbuki haftalar önce Günay Karacaoğlu’nun Basit Bir Ev Kazası İzmir’deydi ve bir arkadaşım yeni yıl hediyesi olarak bana bilet almıştı. O günden beri ben bu yazıyı kafamda defalarca yazdım, kaleme –pardon- klavyeye dökmek ancak kısmet oldu. Karacaoğlu’nun enerjisini çok beğeniyorum; çok iyi, pozitif ve eğlenceli bir sahne performansı var. Basit Bir Ev Kazası’nda da bunu net bir şekilde görmek mümkün, ama bu oyunda oyuncunun sahne performansından ötesi ayrıca önemli.
Basit Bir Ev Kazası domestik alana sıkışmış kadının travmasının komedisi. Kabul ediyorum, kendi içinde bir çelişki ile karşı karşıyayız. Toplumsal beklentilerden dolayı, normlaştığı için yapılagelen evlilikler sonucunda kadının varolma alanının hiçe sayıldığı ve hayatının sadece başkaları söz konusu olduğunda anlam kazandığı bir gerçekliğin komikleştirilmiş hikayesi… Aslında böyle söylendiğinde kulağa çok da komik gelmiyor. Hele de yaşanan çok ciddi travmaların, sadece birer “basit ev kazası” olarak görülmesi söz konusu kadın hayatlarının ne kadar değersiz olduğunun bir ifadesi… tabii anlayana…
Songül bu tarz bir evliliğin sonucunda yolunu kaybetmiş, hayatta kendi varoluş nedenini ve anlamını arayan, bu arayışını ona atfedilen sorumluluklar bağlamında yaşadığı için de sürekli “basit ev” kazalarına maruz kalan bir kadın. Onun hayattan beklentileri hep başkaları tarafından tanımlanmış ve aslında ona ait değil. Tam da bu nedenle sürekli bir arayış içinde, ama ne aradığının o da çok ayırdında değil. Çözüm olarak sunduğu şeyleri de hep yanlış yerlerde aradığı için iyice sıkışmış. Bu da hikayenin sembolik olarak mutfak ile oturma odası arasında geçmesi üzerinden ifade buluyor.
Özlemleri ve arzuları var. Popüler aşk romanlarından yarattığı bir ideal dünya ve bu dünyanın ideal erkek tipleri… Günlüğü üzerinden “roman” yazan Songül, elbette bu romanın baş karakteri ve tıpkı reklamların çekici kadınları gibi. Öyle olmasa bile (?) çekici ve arzulanan kadın konumunda. Yani aslında kendi değil (?) Bütün bunlar karakterin günlüğünde ses bulabiliyor sadece. Günlük yazmak, kendinle konuşmak, kimseye itiraf edemediklerini dillendirmek… Bu Songül için “çıkmaz sokak” bir çıkış yolu çünkü günlükler sessizdir, sadece onları yazanlar için kişisel bir ifade alanı olurlar ve asla gerçekten dillenmezler. Yani, Songül’ünki, onun gibi olan birçok kadını anlatan, sessiz ve kaybedildiği daha baştan belli olan bir kavgadır.
Günlük meselesi, karakterin kendi sesini bulması bağlamında oldukça anlamlı elbette, ama bizim günlük üzerinden duyduğumuz ses de aynı çıkmazın bir ürünü. Bu günlük, karakterin iç dünyasının da klişe, yüzeysel ve başkalarının popülerleştirdiği hikayelerden oluştuğunu gösteriyor. Yani aslında Songül’ü kendi haline bıraktığımızda yarattığı dünyanın da içi boş. Seyirci idealize/romantize edilmiş, gerçeklikten uzak istekler ile bu isteklerin ne kadarının gerçekten kişinin kendisine ait olduğu gibi sorularla karşı karşıya kalıyor.
Bunun en önemli ifadesi benim gerçek olduğuna dair ciddi şüphelerim olduğu, evlere şenlik Merzifon meselesi. Karakter, sözde, kocası dışında başka bir adamla büyük bir aşk yaşıyor, ama onun da sonu büyük bir hüsran, karakol ve basit bir ev kazası. Burada asıl sorun elbette Songül’ün çözüm olarak, yine bir erkeği, ya da daha doğrusu bir başkasını görmesi, yani yine kendinden önce başkalarını koyması, kendinden vazgeçmesi. Bu noktada fedakar kadın imajının ne kadar marazlı olduğunun altı çiziliyor. Karakter varoluşunu sürekli bir başkasına, bir erkeğe bağlıyor ve içinden bulunduğu çıkmazı tamamen kilitliyor.
Hele de Songül’ün uğruna çok şeyden, yani kendinden vazgeçtiği kocası onu başka bir kadın için terk edince neredeyse trajikomik bir durum oluşuyor. O ana kadar kendi isteklerinden ve kendi olmaktan vazgeçme nedeni olarak gösterdiği ve onsuz yapamayacağı için güncel hayatına katlandığı adam onu bırakıp gittiğinde gerçekle yüzleşiyor. Biz başkaları için kendimizden fedakarlık ederken, o başkaları bizden öte var olmayı bizden iyi beceriyor (Gregor Samsa bir sabah korkulu bir düşten uyanınca, yatağının içinde kendini korkunç bir hamamböceği olarak buldu). Kadının hayatına anlam katması beklenen diğer bir “başka kişi” yani çocuk da olmadığı için, Songül’ün kendi kendine varoluşu iyice anlamsızlaşıyor. Hoooop, alın size basit bir ev kazası daha… Acaba oyunun sonunda sanki olumlu bir ton mu var? Yoksa, aslında Songül gibi kadınların yaşadığı hayalperest gerçeklikle dalga mı geçiliyor? Orası biraz seyirciye kalmış. Benim içimdeki pesimist, maalesef, Kafka’dan yana…
Uzun lafın kısası, gerçekten izlemesi keyifli bir oyun Basit Bir Ev Kazası. Bu kadar önemli ve ağır konularla dalga geçebilmek de kendi içinde bir olgunluk ve farkındalık gerektiriyor. Oyunla ilgili tek sorunum, dekor ve sahne tasarımı konusunda. Belli ki dekor çok daha küçük bir sahne için hazırlanmış ve maalesef fuardaki büyük sahnede yitip giden çok şey var. Bir kere Karacaoğlu’nun yarattığı enerji o büyük salonda kayboluyor. Hikayede kadının küçük ve sıkıştırılmış dünyası anlatıldığı için metnin kendi enerjisi de yitip gidiyor büyük bir “proscenium” sahnede. Oyunda anlatılan hikayenin, dünyanın, duygunun bir ifadesi olarak küçük ve seyirciyle iç içe bir sahne bu oyun için ideal, öteki türlü biraz dağınık kalıyor.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s