Mesleki eğitim meselesinde madalyonun öteki yüzü: edebiyat

Bir önceki yazıda bahsettiğim mesleki eğitim sorunun bir de öteki tarafı var. O taraf benim ve öğrencilerimin sıklıkla uğraştığı taraf: edebiyat ve felsefe gibi bölümlerin varoluş sorunu. Herhalde bizim bölümler kadar kendi varlık nedenini açıklamaya zorlanan başka akademik alan yoktur.
            Tıpkı sanatın ve edebiyatın toplumsal varlıklarını bir işlevle tanımlama zorunluluğu olmadığı gibi, bizim bölümlerin de kendilerini işlevselleştirmek gibi dertleri olmamalı. Hatta biraz daha ileri gideyim ve diyeyim ki aslında bu kadar çok edebiyat bölümüne de gerek yok . (Bana kalsa edebiyat bölümleri toptan sanat  akademileri formatında bir düzenlemeye tâbi olmalı, o ayrı). Edebiyatı sevip de orada olan da, hasbelkader oraya denk gelmiş olan da hep aynı sorularla karşılaşıp cevap bulamamanın sıkıntısını yaşıyorlar. Hatta alanda çalışan bazı öğretim elemanları dahi aynı sorunun çıkmazına düşüyor, bölümlerine işlev katmak için çabalayıp duruyorlar. Halbuki sorunun cevabı yok, çünkü sorunun kendisi anlamsız. Edebiyat alanında öğrenim görmek, akademisyenlik dışında, doğrudan bir mesleki eğitimi öngörmez. Kimi zaman bölüm mezunları basın-yayın gibi yakın alanlarda iş bulurken, özellikle İngiltere ve ABD gibi ülkelerde, edebiyat mezunları dilsel becerilerini, entelektüel birikimlerini ve aldıkları eğitimin onlara kattığı düşünsel zenginliklerini ön plana çıkararak hemen her sektörde yetiştirilmek üzere idari pozisyonlara gelebiliyorlar.
Türkiye’de ise felsefe, edebiyat, tarih gibi mesleki odakları olmayan bölümler maalesef bugün eğitim fakültelerini kazanamayan öğrencilerin öğretmen olabilmek için tercih ettikleri yerler ya da memuriyet yolunda atılan bir adım haline gelmiş durumdalar. Bu bölümlerin kendi içlerinde zaten ciddi akademik ve entelektüel problemleri mevcut. Bir de buna öğretmen olmak için gelenler sorunu eklenince insani bilimler denen alanlar iyice çıkmaza sürülüyor. Ne öğrenci gerçekten orada olmak istiyor, ne de hocalar gerçekten yaptıkları işten keyif alabiliyorlar. Öğrencilerin derdi, hiç de kolay ya da rahat olmadığını bilmelerine rağmen, mesleki bir garanti olarak gördükleri öğretmenlik formasyonuna sahip olmak. Hocalar ise karşılarında aslında orada olmak istemeyen insanlara, onlara rağmen, bölümlerinin gerektirdiği eğitimi vermek zorunda kalıyorlar. Yani, yine kimsenin memnun olmadığı bir sistemle karşı karşıyayız.
Bundan 10 sene önce memlekette bilgisayar mühendisi ihtiyacı vardı. O ilk dönem bilgisayar mühendisleri çok iyi yerlere geldiler. Şimdi bilgisayar mühendislerinin çoğu başka alanlarda çalışmak zorundalar, çünkü bilgisayar alanında kendi “ar-ge”si ve üretimi olmayan bir toplum olarak alandaki mühendis ihtiyacımız kısıtlı. En çok inşaat mühendislerine imkan olduğundan belki bahsedebiliriz ama onların yerini de müteahhitler dolduruyor. Eğer çok özel bir proje değilse mimarlara zaten yer yok. Son zamanlarda bizim alanda yaşananlara da bakarsak öğretmenlerin de aynı kaderle karşı karşıya olduğunu görebiliriz. En rahat mesleklerden sayılan (ki ben bu zihniyeti de anlamıyorum) öğretmenlik bile artık o kadar kolay değil. Ortada işsiz gezen birçok öğretmen adayı var. Formasyon konusu sürekli değişken bir mesele. Bizim edebiyat öğrencilerinin iyice kafası karıştı: Öğretmen olamayacaklarsa ne olacaklar peki?
Sonuç niyetine…
Üniversite eğitimi üzerine yazdıklarım hakkında meslektaşlarımdan, öğrencilerimden ve başka alanlardan insanlardan olumlu ve olumsuz tepkiler aldım. Herkese ilgisi için teşekkür ediyorum. Bu tepkiler arasında en sık sorulan şey elbette söz konusu sorunların çözümleri. Maalesef bu sorunun cevabı bende değil. Eğitim yönetimi konusunda fazla bir deneyimim yok. Sadece fakültede bazı dersler almıştım. Ayrıca eğitim yönetimi söz konusu olunca bir de işin içine siyaset giriyor, ki benim bu konuda da bir deneyimim yok.
Benim yaptığım şey, oldukça karmaşık bir sorunu inceleme, sorgulama ve anlamaya çalışma çabası. Marx’ın Feuerbach’ta önemli bir saptaması ve eleştirisi vardır. Filozofların bugüne kadar dünyayı anlamaya çalıştıklarından ama asıl önemli olanın onu değiştirmek olduğundan dem vurur. Filozof değilim, dünyayı değiştireceğime de inanmıyorum. Ben sadece, eğer bir şeyler değişecekse, bunun tartışmalar, yapıcı ve çözüm üretici eleştiriler ile fikir teatisinde bulununca mümkün olacağına inanıyorum.
Bu konuda söyleyeceğim (şimdilik) son şey şu: Eğer yazdıklarım ve anlattıklarım birilerinin ilgisini çektiyse ne güzel. Keşke bana dolaylı ve doğrudan yorum yapanlar, yazdıklarımı eleştirenler bunları bir tartışma ortamında yapsalardı. Mesela yazdığım metinlerin altına isimli ya da isimsiz, düşündüklerini belirtip tartışma ortamı yaratsalardı. Biz de yazmaya, tartışmaya, üretmeye hep beraber devam etseydik.
Yapıcı olmayan, sinizmle yüklenmiş alaylar içeren yorumları da ciddiye alamayacağım. Enerjimi siniklerle mücadele etmek yerine bir öğrenci olarak kendimi, bir hoca olarak da öğrencilerimi geliştirmeye harcamayı tercih ederim. Bir şeyler sadece konuşarak ve sorgulayarak değişmeyebilir. Ama oturdukları yerden ahkâm kesip sinizmleriyle idealistlerle dalga geçenlerden tek ricamız: Gölge etmeyin başka ihsan istemez.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s