İyi bir Tiyatro İzleyicisi Olmak

Kendimi bildim bileli iyi bir tiyatro izleyicisi olmaya çalıştım. İlk deneyimlerim arasında, ben 10-12 yaşlarımdayken, halamın Çapa’da olmasında dolayı sıkça gittiğimiz, Kocamustafapaşa Çevre Tiyatrosu’ndaki Nejat ve Necla Uygur’un oyunları var. O zamanlar Süheyl ve Behzat Uygur henüz sahneye çıkmıyordu. Gerçi şimdi de pek çıktıkları söylenemez. Bir de diğer halamla Gaziosmanpaşa’da seyrettiğim Feridun Karakaya’yı hiç unutmuyorum. Sahnenin iki tarafında dekor duvarlar vardı ve rahmetli bu düz duvarlara çeviklikle tırmanıp iple Tarzan gibi sallanarak sahnede ordan oraya atlamıştı. Şimdi o günlere dönünce anlı şanlı 20 yıllık bir tiyatro izleyicisi olduğumu fark ettim.
Ortaokulda ben de tiyatro kulübüne katılmış ve oyunculuk eğitimi almaya başlamıştım. O arada çok güzel bir gelişme oldu ve Bakırköy Belediye Tiyatrosu, Ataköy Yunus Emre Kültür Merkezi açıldı. Evden yürüme mesafede bir tiyatronun olması, yaş itibariyle fazla semt dışına çıkamayan bir kız çocuğu için hazine demekti. Ben de Ataköy’de oturduğum yıllar boyunca burada sahnelenen her oyunu mutlaka seyrettim. Hatta bazılarını birden fazla. Üstün Asutay, Müşfik Kenter, Emre Kınay, Çetin Etili gibi bir çok iyi tiyatrocuyu sahnede seyretmek imkanım olmuştu. Her oyun yeni bir dünyaydı benim için.
Sonra liseli oldum. Artık semt dışına çıkabiliyor, arada bir uzak diyarların (mesela Beyoğlu gibi) tiyatrolarının da eşiklerini aşındırabiliyordum. Bir de bizim kolej tiyatro salonu açıp da, bana da ilgimden dolayı bu salonda öğrenci asistanlık görevi düşünce tiyatro izleyiciliğimde altın dönemimi yaşadığımı söyleyebilirim. Bu dönemde, Ferhan Şensoy’dan Gencay Gürün’ün Tiyatro İstanbul’una birçok iyi özel tiyatroyu tanıma şansım oldu. Hatta Ferhan Abi’nin oyunlarının her birini defalarca seyrettim. Zaten kendim de hala tiyatroyla ilgileniyordum. Çehov’un kısa oyunlarında ve Yılmaz Erdoğan’ın Kadınlık Bizde Kalsın’ında sahneye çıkmışlığım da var. Ama açıkçası ben sahnenin önünü değil arkasını sevdim daha çok. Sahip olduğum tek dövme de o günlerden yadigardır.
Üniversiteli olduktan sonra ise artık tiyatroya gitmek benim hayatımın yemek içmek gibi doğal bir parçası olmuştu. Bazı akşamlar canım sıkıldığında acaba ne yapsam diye düşünürken, gazeteyi açıp nerde hangi tiyatro oynuyor diye bakıyor, kimi akşamlar Unkapanı’nda, kimi akşamlar Taksim’de aklıma esen bir oyunu izlemeye gidiyordum. Hatta sırf tiyatro için, dönüş yolları çok zor olmasına rağmen, Kadıköy’e, Üsküdar’a kadar üşenmeden [1,5-2 x 2]’şer saatten yol teptiğim de oluyordu. Hala da oluyor… Ve bu beni asla bıktırmıyor, bıktırmaz da…

Sonra yurt dışına gittim. Bulunduğum, gezdiğim ülkelerde farklı tiyatroları takip etme imkanım oldu. Hem de aldığım eğitimin bir parçası olarak –öğretmenlikten edebiyat alanına kaymıştım- artık tiyatroya daha bilinçli bir şekilde yaklaşabiliyordum. Chico’daki Blue Room tiyatrosu ve Ashland’daki Oregon Shakespeare Festivali ABD’deki tiyatro izleyiciliğimin çoğunluğunu oluşturdu. Sonra İngiltere’ye yerleştiğimde Manchester Royal Exchange, Manchester Public Library, The Lowry ve Contact tiyatroları 5 yıl boyunca yollarını aşındırdığım sahnelerden oldu. Bu arada belki Ian McKellen’ı Godot’da izleyemedim ama Pete Postlewaithe’i The Tempest’ta Prospero olarak seyretmek çok hoştu.

Genellikle sadece yazları Türkiye’ye dönebildiğim için Türk tiyatro sezonunu kaçırıyordum ve bu beni çok üzüyordu. Ben de bulunduğum coğrafyalarda nerede tiyatro varsa yakından takip ederek kendime iyilik etmeye çalışıyordum. Belki bir tiyatrocu olamadım, ama iyi bir tiyatro izleyecisi olmaktan asla vazgeçmedim. Zaten yakın zamanda da özlediğim Türk tiyatrosuna kavuştum.

İşte bu nedenlerden dolayı İzmir’li arkadaşlarım beni sık sık şikayet ederken dinlerler. Canı sıkılınca gazeteyi açıp sinema filmi beğenir gibi tiyatro seçmeye alışan benim gibi biri için İzmir bazen yaşaması zor bir şehir. Evet, yine evimin çok yakınında bir tiyatro var ve yazları bunun nimetlerinden faydalanıyorum elbette. Kışları da, yine üşenmeden bir sürü yol katedip İzmir’in muhtelif yerlerindeki tiyatroları takip etmeye çalışıyorum. Ama açıkçası İzmir’deki tiyatro grubu/sahnesi sayısı maalesef büyük bir şehire yakışmayacak kadar az. İstanbul’la karşılaştırmak belki haksızlık olabilir. Tamam karşılaştırmayalım, çünkü aradaki farkın nedenleri üzerine çok şey söylenebilir. Bunlar her zaman konuştuğumuz konular. Fakat karşılaştırmamak gerçekleri değiştirmiyor. Söz konusu tiyatro olunca İzmir bana kesinlikle yetmiyor. Bu şartlar altında da bir tiyatro oyunu için uçakla haftasonu şehir değiştirmek çok da çılgınca değil aslında.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s