İstanbul’a döndüğüm zamanlar, özellikle tiyatro sezonuysa, en az bir iki oyun görmeye çalışırım. Son gidişim maalesef biraz bu açıdan verimsiz geçmişti. Hala denk getirip Vahşet Tanrısı’nı ya da Profesyonel’i görebilmiş değilim. Ama Twit-dost @egulsum sayesinde, bir süredir uzaktan da olsa takip ettiğim ve başarılı bulduğum Dot Tiyatrosu’nu, yeni mekanı DotKoleksiyon’da görmek imkanım oldu.
Murat Daltaban’ı Devlet Tiyatroları’nın Othello’sunda Iago olarak izlediğimden beri beğeniyorum. Çok fazla olmasa da, seyrettiğim bir kaç Othello sahnelenmesi arasında Daltaban’ınki izlediğim en başarılı Iago’ydu açıkçası. Onu kurduğu çağdaş ve yenilikçi tiyatrosunda takip ettikçe de ne kadar başarılı olduğu konusunda inancım pekişti. Bunda elbette bütün ekibin payı var, nitekim Köksal Engür ve Rıza Kocaoğlu gibi sahnede seyretme imkanı bulduğum oyuncular başarılarıyla göz dolduruyorlar.
Festen – Kutlama aslında Danimarka’lı yönetmen Thomas Vinterberg’in Dogme 95 kurallarına göre yazıp çektiği ilk filmi. Vinterberg, 1995 yılında, Lars von Trier ile birlikte Kopenhag’da Dogme 95 manifestosunu ilan eder. Bu iki yönetmene göre 1960’larda film sektöründe yaratılmaya çalışılan avant-garde hareket yetersiz kalmış ve burjuva bireyselciliğine kapılarak yüzeyselleşmiştir. Bunun önüne geçmenin en etkili yolu da belli kurallar ve kalıplar üzerinden film yaparak bireysellikten uzaklaşmaktır. Böylece bir “namus yemini” ederler. Söz konusu manifestonun ve yeminin Türkçesi yaklaşık olarak şöyle:[*]
1. Çekimler asıl mekânda yapılmalıdır (yani stüdyoda değil). Set ve sahne aksesuvarı getirilmemelidir (eğer hikaye için belli bir aksesuvar gerekliyse, o aksesuvarın bulunabileceği bir yer çekim mekânı olarak seçilmelidir.
2. Asla ses görüntüden, görüntü sesten ayrı olarak yapılmamalıdır (yani sesli çekim yapılmalıdır). (Eğer sahnenin çekildiği yerde gerçekleşmiyorsa müzik kullanılmamalıdır.)
3. Kamera elde taşınmalıdır. Elle sağlanabilen her türlü hareketlilik ve hareketsizlik kabul edilebilir.
4. Film renkli olmalıdır. Özel aydınlatma kabul edilemez. (Sahne için yeteri kadar ışık yoksa sahne kesilmelidir, ya da kameraya tek bir ışık eklenebilir.)
5. Optik işlemler/oyunlar ve filtreler yasaktır.
6. Film yüzeysel aksiyon içermemelidir. (Cinayetler, silahlar vs bulunmamalıdır.)
7. Zamansal ve uzamsal yabancılaşma yasaktır. (Yani, film şu anda burada gerçekleşmelidir.)
8. Tür filmleri kabul edilemez.
9. Film formatı Akademi 35 mm olmalıdır.
10. Jenerikte yönetmenin adı geçmemelidir.
Ayrıca yönetmen olarak kişisel zevklerimin etkisinde kalmayacağıma yemin ederim! Ben artık bir sanatçı değilim. Bir “eser” yaratmaktan kaçınacağıma yemin ederim, çünkü ân’ın bütünden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Öncelikli amacım karakterlerimle ve sahnelerimle gerçeği ortaya çıkarmak. Bunu da elimdeki bütün imkanları kullanarak ve zevk ve estetik kaygılar pahasına yapacağıma yemin ederim.
Açıkçası manifestonun içeriği amacı için anlamlı olsa da, bu yemin meselesi bana biraz fazla abartı ve biraz da yapay geliyor. Dot Tiyatrosu’ndaki Festen’in Dogme95’e göre sahnelenişinde söz konusu yeminin edilip edilmediğini de bilemiyorum. Yine de bu kurallar doğrultusunda sergilenen bir tiyatro oyunu seyirci açısından ilginç bir deneyim oluyor. Eminim ki reji ve yönetmenlik olarak da farklı bir zorluk ve keyif olmuştur.

Dot Tiyatrosu da Vinterberg’in bahsi geçen filmini tiyatroya uyarlamış. Yani, filmden tiyatroya geçişle az rastlanır bir adaptasyon örneği sergiliyor. Dogme95 kuralları ise oyun olarak farklı bir yöntem ve kurgu oluşmasına imkan sağlamış. Seyirci için deneyim Koleksiyon binasından toplu halde çıkılmasıyla başlıyor. Yandaki merdivenlere yerleşmiş olan oyuncuların etrafında toplanılarak seyredilen ufak bir müzik ziyafetini, kardeşlerden birinin eve varması takip ediyor ve oyun başlıyor. Müzik Dogme95’de söylendiği gibi orada, canlı olarak yapılıyor ve oyun boyunca da bu şekilde devam ediyor. Kimi zaman oyuna dahil edilen müzik kimi zaman da “extradiegetik” bir şekilde oyunun üstyapısında kalıyor.
Dışardaki müzik ve oyunun girişinden sonra, Hacı Osman Bayırı’na yerleştirilmiş büyük çadıra geçiliyor ve her ne kadar seyirci yerleşik kalsa da, oyun çadırın hem içi hem de dışı kullanılarak devam ediyor. Bu açıdan da oyun interaktif olmasa da oldukça dinamik. Oyunun dış mekana sarktığı anlarda dışarda bulunan malzemeler oyuna katılarak Dogme95 kuralları takip edilmeye devam ediliyor. Ayrıca Bayır’daki çadır şeffaf olduğu için seyirci hem içerdeki hem de dışardaki sahneleri aynı anda seyredebiliyor. Bu da oldukça özgün bir eşzamanlılık çatısı yaratıyor. Bu eşzamanlılığa ek olarak da, içerdeki ışıkların çadırın şeffaflığında yarattığı yansımalar hem görsel açıdan hem de anlatının “temsil” değeri üzerinden farklı bir yapı oluşturuyor. Gerçekler, yansımalar ve kurgular derken hem öz-dönüşlü (self-reflexive) hem de kendi kendine referans veren bir performans ortaya çıkıyor.
Benim seyrettiğim Nisan ayında büyük bir şanssızlıkla prodüksyon havanın gazabına uğramıştı maalesef. İnadına gelmeyen bahar ve Nisan ayında esen soğuk rüzgarlar hem oyuncu hem de seyirci için zor bir ortam oluşturmuştu. Ne diyelim… herkesin içini sanat aşkı ısıtsın da, kimse rüzgara bana mısın demesin, değil mi?
[*] Dogme 95 üzerine kaynak (İngilizce): http://pov.imv.au.dk/Issue_10/POV_10cnt.html