“Vali”nin Kadınları

Geçenlerde DVD’sini aldığım Vali filmini yeniden seyrettim. Acaba ilk verdiğim tepkiler aşırı mıydı? Maalesef hayır… Oyunculuktaki başarılı performanslara rağmen, Vali filminin senaryosu gerçekten ciddi sorunlar taşıyor.
Hatta internette şöyle bir araştırırken filme verilen tepkilerin de ne kadar sorunlu olduğunu fark ettim. Film, nerdeyse esinlendiği gerçek hayat hikayesiyle (Vali Recep Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümü) bir tutulmakta. Sanki film birebir gerçeği anlatmakta… Türkiye’de kurguyla gerçeği ayırt edemeyen insanlar var. Bunun altında yatan gerçeklik algısı problemlerinin incelenmesi başka bir yazının konusu olmalı. Ama o yazı yazılana kadar, buyrun Vali filmi üzerine yazdığım, daha önce yayımlanmamış yazım.
Not: Yine de tekrarlayayım, eleştirim esinlenilen gerçek olayın gerçekliğine değil, onun kurgusal bir sinema filmine dönüştürülmesinde ön plana çıkan sorunlu ideolojik ve demagojik yaklaşımadır.
“Vali”nin Kadınları
Son dönemlerde siyasetin tekrar sanatın kadrajına girmiş olması 1980 sonrası depolitize atmosferin dağılıyor oluşunun önemli bir işareti. İster Çağan Irmak’ın “Babam ve Oğlum” filmindeki gibi sadece çıkış noktasıyla, ister Biket İlhan’ın “Mavi Gözlü Dev”indeki gibi ana hikayesiyle olsun, günümüz Türk sinemasının geçmişin hayaletleri ve bugünün günahları ile yüzleşmeye çalışması umut verici bir gelişme. Bu yazının konusu olan “Vali” filmi de odağına siyaseti almış bir yapım. Fakat Çağatay Tosun’un “Vali”si, her ne kadar genel kurgusuyla iyi bir potansiyele sahip olsa da, senaryo ve ideolojik duruş açısından “Babam ve Oğlum” ya da “Mavi Gözlü Dev”in kalitesine ulaşamıyor.
“Vali” filminin senaryosu 2003 yılında ölen Denizli valisi Recep Yazıcıoğlu’nun hayatından esinlenilmiş. Filmin olay örgüsünü ülke kaynaklarının devlet içerisindeki bazı çıkar çevreleri tarafından ABD’ye peşkeş çekilmesi ve bunun önünde duranların ortadan kaldırılması oluşturuyor. Hikaye çok önemli bir noktadan hareket ediyor, fakat böylesi zengin bir malzeme yöntem ve bakış açısı sorunlarının altında eziliyor. Her ne kadar ABD’nin bencil ve agresif politikalarının, haklı olarak, altı çizilse de, bunun yapılış şekli ciddi ideolojik sorunlar taşıyor. Özellikle filmdeki keskin iyi-kötü ayrımı kurgusal yorumu özensiz bir ulusçu propaganda haline getiriyor ve filmin çok da yapıcı olmayan yüzeysel eleştirisi aşırı genellemeci bir düşmanlığa ortam sağlıyor. Sonuç olarak da, konusu ile oldukça önemli bir malzemeye sahip “Vali” filmi popülist bir ulusçuluktan öte gitmiyor.
“Vali” filminin bu tarz problemlerinin çok net ortada olduğunu düşündüğüm için bu yazıda, doğrudan ideolojik bir değerlendirme yapmak yerine, gözden kaçabileceğini düşündüğüm başka bir sorunu irdelemek istiyorum. En az filmin genel ideolojik problemleri kadar önemli olan bu sorun kadın temsillerinin ele verdiği bakış açısı. Aslında, söz konusu kadın temsilleri sorunu kısaca bahsettiğim genel ideolojik sorunların özeldeki tezahürleri olarak da değerlendirilebilir.
Filmde başlıca üç kadın karakter var: Şebnem Dönmez’in canlandırdığı bürokrat “Ceyda Aydın,” Türkü Hazer’in canlandırdığı öğrenci “Ayşe” ve Ayşegül Ünsal’ın canlandırdığı, valinin karısı “Melek Yazıcı.” Ceyda genç, güzel, hırslı ve başarılı bir kadın. Devlet aygıtlarının işleyişinde az da olsa etkili bir rolü var. Fakat ilk dikkati çeken şey, Ceyda’nın oldukça sert ve –giydiği mini etek sayılmazsa- nerdeyse erkeksi imajı. Yani, ataerkil Türk toplumunda başarılı kadının sanatsal imajı yine kadın olma durumu arka plana itilerek çiziliyor. Bu temsil karakterin bir milletvekilini otel odasında “ikna” ettiği sahneyle çirkin boyutlara ulaşıyor. Ceyda’nın kadınlığının sadece cinsellik bağlamında vurgulanması karakterin “vatanı satan”lardan biri olduğu önermesiyle birleşerek zaten problemli olan bu kadın temsilini onarılamaz hale getiriyor. Ayrıca, Ceyda’nın soyadı ile bürokratik rolü yine filmin sorunlu ideolojik bakışını ortaya çıkarıyor. Her ne kadar Ceyda karakteri geleneksel anlamda “aydın” olmasa da, onun üzerinden yapılan sembolik gönderme, yeterince milliyetçi bulunmayan aydınları hedefleyen cadı avını inceden meşrulaştırıyor.
Genç mühendisin edebiyat öğrencisi olan kız arkadaşı da maalesef Ceyda’nın bulandığı katrana bulanarak sunuluyor. Öncelikle sevgi dolu ve birlikte olduğu adamı destekleyen bir kadın olarak çizilen Ayşe’nin, filmin geriliminin zirveye ulaştığı noktada, bir ajan olduğunu öğreniyoruz. Yani, duygusal kadın karakter sinsi bir haine dönüşüyor. Her ne kadar Ayşe’nin karakteri baş mühendisi öldürmekten duyduğu rahatsızlık gösterilerek yumuşatılmaya çalışılsa da, bu ağıza bir parmak bal çalmaktan ileri gitmiyor. ABD’nin çıkarları doğrultusunda kendisine hizmet eden “yerel piyonları” nasıl kolaylıkla harcadığı gösterilerek bir çeşit “adalet” sağlanıyor ve Ayşe vatanını satmanın bedelini hayatıyla ödüyor.
Filmin bu karakterle ilgili en sorunlu bölümlerinden biri “sofra” sahnesi. Bu sahnede Ayşe’nin Amerikan kültürü ve edebiyatı alanında yüksek lisans yaptığını ögreniyoruz. Bunu söylediğinde masada kısa süreli bir gerginlik oluyor. Bu gerginlik ancak, vatanını ve halkını seven, güçlü ve kararlı erkek karaktere (yani valiye) “o da lazım” gibi lütfen bir cümle kurdurularak ortadan kaldırılıyor. İlk bakışta bu sahne, politik bir gerilim olan filmin olay örgüsüne yönelik bir ipucu gibi görünse de, bence o kadar da masum bir sahne değil. Genel kurgu ve senaryo düşünüldüğünde, Ayşe hakkında verilen bu bilgi filme elzem hiçbir şey katmıyor. Belki de bu detayın çıkarılması, daha kuvvetli bir sürpriz etkisi yaratacağından, kurgusal açıdan iyi bile olabilirdi. Fakat böyle bir bilginin filme dahil edilmesi, filmin dayandığı sorunlu ideolojinin bir sonucu olmasının yanında, o ideolojinin etkilerini perçinleme işlevi de görüyor. ABD’nin uluslararası politikalarının ve küresel kabadayılığının elbette eleştirilmesi gerekiyor -ki ben de bu eleştirilere katılıyorum. Ama filmde yaratılan atmosfer Amerikan kültür ve edebiyatı alanında araştırma yapan akademisyenlerin, ajan olmasa da, bir çeşit işbirlikçi olarak görülmelerine neden olabilir. Hatta onların üzerinden “batı” kültürlerine ilgi duyan kişileri zor duruma sokabilir.
Kültür ve edebiyat araştırmaları bizim dışımızdaki toplumları tanıma ve kendi kültürümüzle karşılaştırma imkanı sunar. Böylece, hem toplumlar arası anlayışı arttırmak görevi görür, hem de dünya üzerindeki konumumuzu daha iyi anlamamızı sağlar. Buna karşılık, “Vali” filmindeki türden anlatılar toplumsal psikolojide aşırı genellemeci bir düşmanlık yaratmaya çok müsaittir. Bu durum dışa kapalı bir ulusçuluğu tetikleyerek ırkçılık gibi tehlikeli uçlara dahi gidebilir. Bu nedenlerden dolayı, ideolojik dengelerin çok hassas olduğu toplumumuzda, özellikle popüler kültür alanında ürün veren sanatçıların siyasi konulara yaklaşırken aynı hassaslığı göstermeleri gerekmektedir. “Vali” filminin bence en büyük zayıflığı bu hassaslık eksikliğidir. Hatta film, siyasi hassaslık eksikliğine ek olarak, toplumsal hassaslıklar konusunda da gayet özensiz. Nitekim filmde, ataerkil değerlerin işlediği ideolojik yapılar ile siyasi ideolojik yapılar örtüşüyor. Ceyda karakterindeki gibi, Ayşe’nin evli olmadığı erkek arkadaşıyla beraber yaşıyor olması ve kadın olarak cinselliğine yapılan ufak göndermeler karakterin ahlaki boyutunu da, yine olumsuz olarak, ön plana çıkarıyor. Yani, ikinci önemli kadın karakteri olan Ayşe de karşımıza gayet yıkıcı bir temsil olarak çıkıyor.
Filmde, bu iki karaktere denk olabilecek nitelikte, sadece bir tek olumlu kadın karakter var, valinin karısı Melek. Melek Yazıcı birçok çirkinliğin ve yozluğun yer aldığı, çoğunlukla da erkek egemen bir toplumda iyi bir kadın tipi olarak filmde oldukça az görünüyor. Onu daha çok, bu “dış” dünyanın dışında, “ait olduğu yer” olan evde görüyoruz. Melek anaç, sevgi dolu ve eşini destekleyen bir kadın, yani tipik Türk kadını. Zaten karakterin ismi de filmdeki konumuna işaret ediyor. Elbette, idealist valiye uygun olacak şekilde bir iki ufak toplumsal yorumu da oluyor. Mesela, eşini nükleer enerjinin tehlikeleri konusunda uyarıyor. Ama, bu o kadar göstermelik ki, her ne kadar olumlu bir kadın karakteri yaratılmak istense de, aslında kadının toplumsal düzeyde pasifliğini ön plana çıkararak tam tersi bir etki yaratıyor. Son sahnede, onu idealist valinin arkasındaki şefkatli eşi olarak görüyoruz. Bu temsil bir türlü aşılamayan, sonsuz fedakarlığı ile sürekli eşinin arkasında, ama sadece “arkasında,” olan Türk kadını imajına tekabül ediyor.
“Vali” filminin azınlıktaki kadın karakterlerine baktığımızda kadına belli roller ve değerler yükleyen ve bir türlü bunu aşamayan bir toplumun temsilini görüyoruz. Kısaca, film, bir kadının yerinin evi olduğu, kadının iyiliğinde, şefkatinde ve anaçlığında varolduğu ve başarılı bir kadının, ya ahlaksız ya da çok da “kadın” olmadığı mesajlarını veriyor. Elbette ki, kadının iyiliğine ve şefkatine verilen değer toplumumuzu güzel kılan bir nitelik, ama şu da unutulmamalıdır ki, kadına verilen bu değeri toplumsal esarete dönüştürme tuzağına düşmemek, o değerin en gerekli ve en anlamlı ifadesi olacaktır.
Ocak 2009

2 comments

  1. Çok güzel bir yazı olmuş Burcu'cum. Özellikle “sofra” sahnesinde ben de aynı şeyleri düşündüm… Bir de yazının başlığını değiştirmeyi düşündün mü? Sevgiler…

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s