Uzay Yolu, Orijinal Seri (1966-1969) Yazıları – I

Uzay Boşluğunda “İnsan Olma Durumu”

Tüm Uzay Yolu evrenini -ortalama yapımları dahil- çok seven biri olmakla beraber aslen “Orijinal Seri”ci bir Trekker olduğum ön kabulüyle planladığım yazılara devam edeyim…

Giriş yazısına buradan ulaşılabilir: Uzay: Son Sınır (Star Trek – “Uzay Yolu”) Yazıları – Giriş

***

Kaptan Pike’lı ilk Uzay Yolu pilotunun televizyon kanalı tarafından reddedilmesinin ardından Gene Roddenberry ikinci bir pilot bölüm çekmeye karar verir. “Where No Man Has Gone Before” (Daha Önce Hiç Kimsenin Gitmediği Yer) başlıklı bu ikinci denemede Leonard Nimoy’un canlandırdığı Spock karakteri hariç tüm karakterler -Kaptan Pike dahil- diziden çıkarılır ve yeni bir ekiple yola devam etme kararı alınır. Bir de ilk pilotta Bir Numara’yı canlandıran Majel Barrett (Roddenberry), ki Gene Roddenberry’nin müstakbel eşidir, farklı bir karakterle yeni yapıma dahil olur. Gene Roddenberry Uzay Yolu’nun başarısı, çekiciliği ve geleceği açısından iyi bir karar vermiştir. Nitekim yeni pilotla beraber Uzay Yolu’nun macerası başlar.

Seri için kritik olan ve dizinin geleceğini ciddi anlamda belirleyen ilk değişiklik kaptanlardan yanadır. William Shatner’ın canlandırdığı Kaptan Kirk, öncülü Kaptan Pike’tan farklı çizilmiştir ve aralarındaki farklılıklar oyunculuk ve karakterizasyon açısından iyi tercihlerdir. Pike’ın draması başlangıç için biraz sert kaçmışken yumuşak karakter hatlarıyla romantik ve hınzır Kirk izleyici için daha çekici bir başroldür. Bu türden seçimler dizi genelinde de yer yer neşeli ve sevimli bir anlatı ruhuna olanak sunar. Yumuşak sesi ve diksiyonuyla Kaptan Kirk Montana’lı Pike’tan daha albenilidir ve liderliğin iktidarını daha nüanslı kullanmaktadır. Bay Spock ise daha detaylı tasarlanarak tüm serinin sembolü olacak bir karakter haline getirilmiştir, ki dizinin kült olmasında en önemli etkenlerden biri olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu ikilinin yanına bir de Doktor “Bones” McCoy eklenerek hem güzel bir denge hem de etkili bir üçlü oluşturulmuştur. Birbirinden farklı bu üç ana karakterin arasındaki arkadaşlık ve enerji dizinin sosyal çatısına neşeli ve dostane bir değerler dünyası yerleştirmiştir.

Bir de elbette hikâyeye Nichelle Nicholls’un canlandırdığı Nyota Uhura karakteri eklenmiştir, ki kendisi Amerikan televizyon tarihinin en önemli karakterlerinden biridir. Daha sonra Uhura’nın öneminden ayrıca bahsederim ama şimdilik herkesin bildiğini tekrar edeyim: Afrika kökenli olan Uhura bir Amerikan dizisindeki ilk yüksek pozisyon ve prestij sahibi siyah kadın karakter ve Uzay Yolu’nun devrimci kuvvetinin tacındaki en kıymetli elmaslarındandır. Bu bağlamda, 1960ların ürünü olan “Orijinal Seri”nin en önemli meselelerinden birinin ABD’nin çokkültürlülüğü olduğu söylenebilir. Velhasıl yavaş yavaş hikâyeye işlenen George Takei’nin Sulu’su, James Doohan’ın Scotty’si, Walter Koenig’in Chekov’u ve arada boy gösteren İrlandalı tiplemeler vb. ile şekillenen bu karakter / oyunculuk yapısı diziyi -dönemsel bir yapım olarak- başarıya ulaştıran en önemli niteliklerden. Elbette tipik hatta stereotipik oldukları yadsınamaz, ki bu kadarı komedi etkisi açısından kaçınılmazdır. Yine de bir televizyon yapımı olarak karakterizasyona yaklaşımın esnekliği, insancıllığı ve ince detaylı kişilik tasarımları sevecen, özdeşleşmeye müsait, izleyiciyle yakın ilişki kurulabilecek karakterler sunmakta ve yaygın izlenmeye uygun bir ruh ve atmosfer yaratmaktadır.

Bu açıdan Orijinal Seri 1966’da başlayan Uzay Yolu hikâyesini tam anlamıyla bir 1960lar Amerikası hikâyesi kılmaktadır. 1960ların hâkim ruhuna uygun bir şekilde çokkültürlü (ırkçılık-karşıtı, eşitlikçi) bir dünya Atılgan’ın güvertesinde hayat bulurken bu çokkültürlülük bilinmezlerin sınırsız olduğu uzayda ise çoktürlülüğün çokkültürlülüğüne uzanmaktadır. “Orijinal Seri”de belirgin bir romantizm üzerinden verilen bu idealizm serinin diğer yapımlarında -zamanla romantizmini yitirse de- farklı etik çerçeveler doğrultusunda ve dönemlerinin ideolojileriyle ilişkili bir şekilde süregelerek Uzay Yolu’nun ruhunu ifade etmeye devam edecektir.

İnsan Olmanın Pandora Kutusu: Psike

“Orijinal Seri”nin ilk sezonu Uzay Yolu’nun ısınma turları sayılabilir. Konular daha çok uzayın bilinmezliği, türlerin çeşitliliği ve olasılıkların sınırsızlığı gibi meselelere odaklansa da hemen her bölümde bir şekilde asıl derdin bilinmezlikleri ve karmaşıklığıyla insan doğasının kendisi olduğunu söylemek mümkün. Biyolojik ve zihinsel kapasitelerin sınanması, insanın iç dünyasının sırları, zayıf ve güçlü yanlarıyla insan karakteri hemen her bölümde farklı şekillerde çözümlenip çeşitlenerek yeniden inşa edilmektedir. Bu bağlamda serinin uzayda aslen kuvveti, kudreti, karanlığı ve zaaflarıyla insan olmanın psikesini keşfe çıktığı görülmektedir. İnsan doğasının karmaşıklığının ve sırlarının, tüm metaforlar, analojiler ve ilişkilenmeleriyle bilinmezlerin sınırsız olduğu dev bir boşlukta ortaya dökülmesinden daha doğal ne olabilir ki? Kişinin karşısındakini kendi arzuları doğrultusunda görmesi, belleğin duygusal izlerinin sanrısal yansımaları, içsel bütünlüğün atomik seviyede karanlık ve aydınlık iki parçaya bölünmesi, bastırılan ruhun kızıl ve kara renklerinin kimyasal süreçlerle dışa vurulması, insani zaafların daha üstün türler tarafından kötüye kullanılmasının karşısında yine insani kuvvetlerin kurtarıcılığı ve koruyuculuğu ve daha nicesi… Uzay Yolu kült bir bilimkurgu dizisi olmakla kalmaz sanki 1960ların Amerikasından bir psikoloji ders kitabıdır da aynı zamanda.

Hatta insan doğasına dair çıkılan keşif turunda insan-olmayan da sıklıkla insana ayna tutma görevi görmektedir. Bir yandan farklı türlerin insana benzeyen ve benzemeyen yönleri sunulurken, diğer yandan yapay modellemeler insana dair olanı üretilmiş olanda yansıtmaktadır. İlk android örneklerinden itibaren -neredeyse tüm Uzay Yolu evreninde- insan ya da uzaylı üretimi yapay zekâ, robot vs. yine insana dair olanı keşfe çıkmakta bereketlidir. Dahası Bay Spock’un yarı insan-yarı vulkan doğası tüm zorluklarıyla ve komik etkisiyle insan doğasının sınavlarını seri boyunca canlı tutmaktadır. Bu sınavların en büyüğü ise sürekli maruz kalınan ve ağır sorumluluklar ve fedakarlıklar gerektiren imkânsız kararlardır. Farklı ana ve yan karakterlerin bu tür durumlarda verdiği tepkiler üzerinden sıklıkla insanın irade, etik ve iyi-kötü / doğru-yanlış ayırt etme becerisi gösterilir. Yine de her ne kadar belli seviyede karmaşıklığa izin verilse de çoğunlukla dizinin öngördüğü kültürel Amerikan idealizmi ve kahramanlık kavramı baskın çıkmaktadır. Müphem olanın bol olduğu seride olası çelişkiler hemen her seferinde sonunda bu Amerikan idealist etik tarafından netleştirilir.

***

Serinin benim en hoşuma giden taraflarından biri -belki biraz nostaljik ama kesinlikle naif bir yerden- yapımın sinematografisi ve görsel karakteri. Elbette yılların geçmesiyle gelişen teknoloji bugün çok daha temiz, ikna edici ve etkileyici yapımları mümkün kılıyor. Belki bugün daha az romantizm, daha az kör gözün parmağına çekimler, daha az dramatik kareler ve montajlar var. Ama tam da bu -bugün belki biraz çocukça- naif görsel yaklaşım “Orijinal Seri”yi benim gözümde kıymetli bir kült yapıma çeviriyor. Gündelik eğlencenin sunduğu ve gerektirdiği “inanmama halini askıya alma” (suspension of disbelief) eğiliminden vazgeçtiğinizde Uzay Yolu: Orijinal Seri’yi muntazam bir kültürel metin olarak okumak ve takdir etmek mümkün.

Teknik bazı detaylar:

  • İlk sezonun ilk bölümlerinde üniformalardaki renk-görev ilişkisi hemen oturmuyor. En azından Spock için bir süre kararsız kalındığı belli. Sarıdan maviye geçiş karakter için komuta ile bilim subayı arasında bir süre gidip gelindiğini gösteriyor.
  • İlk sezonda Romulanlar devamı gelebilecek bir anlatı olasılığı olarak sunuluyor. Vulkanlarla benzerlikleri erkenden hikâyenin geliştirilebileceğine işaret ediyor.
  • Oldukça etkili bir savunma tekniği olan Vulkan “sinir sıkıştırması” daha en başlarda başarılı bir şekilde kullanılırken zihin birleşimi (mindmeld) fikrinin de ısınma turları görülebiliyor. Ellerin zihin birleşmesine özgü kullanımında aldığı şekil aslında ilk defa 1. sezonun 1. bölümündeki tuzla beslenen “Yaratık”ta deneniyor. Bu hareketi sevmiş olmalılar ki daha sonra geliştirerek zihin birleşmesine uyarlıyorlar.

My Mind To Your Mind, My Thoughts To Your Thoughts

2 comments

Leave a reply to Anonymous Cancel reply