Bir Liderlik İdeali: Nazilerin Gözünden Atatürk

21878131“… And while Magda and Joseph Goebbels were about to poison their children in the Führerbunker, a few streets away soldiers of Turkic descent from the Soviet Union were fighting and dying on both sides of the Battle for Berlin –Tatars, Turkmens, Uzbeks, Kazakhs, Azeris, and others of Turkic origins as part of an overwhelming Red Army struggling over every street of the German capital against Tatars, Turkmens, Uzbeks, Kazakhs, and Azeris in Turkic SS units on the German side, mobilized by the Turanic vision that Enver Pasha’s brother Nuri Pasha had brought with him to Berlin in 1941.”

Stefan Ihrig’in kitabının son bölümünü noktalayan cümledeki ironi, ulus/millet/köken vs. gibi kavramların anlam-bağlam değişkenliğinde ne kadar bıçak sırtı olduklarını daha iyi özetleyemezdi. Modernliğin icadı olan kimlikler modernliğin sorunlu genlerini de bünyesinde barındıracaktı kuşkusuz. Anti-emperyalist mücadelenin kahramanı, özgürleştirici ve birleştirici ulusal/milli/etnik vs. kimlikler ve yarattıkları aidiyet duygusu, öteki’yle araya çizilecek sınırların keskinleşmesine ön ayak olacak, ve hatta, o sınırları teşvik edecekti. Bu tür bir çerçevede, sahiplenilen kimliğin gücüyle yücelirken öteki’yle düşmanlaşmak da ben’in inşasının kaçınılmaz sonucu olacaktı. Böylesi bir kimlik inşasının sonuçlarını ise, bugün tarihin bir anlatı olarak kalmayıp kanlı ve de canlı bir şekilde, zıvanadan çıkmış pseudo-mitlere evrilişinde görebiliriz.

Ihrig’in çalışması, böylesi bir kimlik inşasının varabileceği feci boyutların kanıtı olan bir tarihsel örneğin, Nazi ideolojisinin oluşum hikayesinden bir parça sunuyor. Kitabın başlığını görünce heyecanlanan ya da gerilenlere şimdiden söyleyeyim: meselenin Atatürk’ün kendisi ile doğrudan bir alakası yok. Konu ondan çok, onun ve yaptıklarının başka bir toplum tarafından nasıl algılandığı ile alakalı. Ataturk in the Nazi Imagination, Atatürk’ün ve kurduğu “yeni Türkiye”nin, I. Dünya Savaşı sonrası -özellikle sağcı- Alman basınında nasıl temsil edildiği, Kurtuluş Savaşı ve sonrasının medyada ne şekilde anlatıldığı ve detaylarının ne amaçlarla sunulduğu üzerine bir inceleme. Yazar, Hitler’in Atatürk hakkındaki düşüncelerini, ona hayranlığını ve onu nasıl örnek aldığını da değerlendirirken, siyasal analizler yapmaktan çok tarihsel belgeleri irdeliyor. Ve bu açıdan oldukça ilgi çekici detaylar ortaya koyduğu söylenebilir.

DfFUixSX4AAZq37.jpgKitabın ana derdi, Atatürk’ün ve 20. yüzyılın ilk yarısında Türkiye’nin Alman medyasında nasıl temsil edildiği üzerinden bir Alman tarihi okuması yapmak. Bir bakıma, aslında, Almanların I. Dünya Savaşı’nda yaşadıkları yenilginin Hitler’in yükselişini nasıl mümkün kıldığını anlamlandırma çabası. Bu bağlamda, Atatürk ve “yeni Türkiye”si savaştan tükenmiş olarak çıkan bir halkın güçlü bir liderin izinde verdiği varoluş mücadelesinde nasıl muzaffer olduğunun kanıtı olarak sunuluyor.

Kitabın önsözü Almanya’daki Enver Paşa hayranlığı, Osmanlı ile sıkı ilişkiler ve 1908 sonrası oluşan Turkenfieber (Türk ateşi) ile açılıyor. İlk bölümde ise Alman basının, cephede kendi gazetecileri olmasa bile, Anadolu’daki mücadeleyi yakından takip edişini örnekleriyle inceliyor. Ihrig’in tabiriyle, Türklerin ulusal kurtuluş mücadelesi tam bir medya olayı ve manşetlerden inmiyor. 1919-1923 arası her gün, hemen her gazete ve dergide uzun ve detaylı değerlendirme yazıları çıkıyor. Özellikle Nazi basını kendi yenilmişliklerine çözüm olarak Kurtuluş Savaşı örneğini veriyor ve model alınması gerektiğini ileri sürüyorlar. Atatürk’ü ise gerçek bir kahraman ve lider olarak yüceltiyorlar.

Ayrıca, Alman milliyetçiliğinin yapı taşlarından biri olan Führer kavramı Atatürk üzerinden detaylandırılarak tanımlanıyor. Hitler’in Atatürk’e duyduğu hayranlık ve saygı böylesi bir tanımlamanın açılımı olarak dikkat çekiyor. Ihrig şöyle bir noktaya varıyor: Hitler kendine örnek olarak Mussolini ve onun faşizmini de almıştır, fakat ona göre asıl mücadele insanı, iyi bir liderin gerçek örneği Atatürk’tür. Hatta Mussolini’yi onun ilk öğrencisi, kendisini de ikinci öğrencisi olarak görür. Nasyonal Sosyalistlere göre, tarihi kitleler değil, büyük adamlar yazar. Atatürk ise bunun en iyi örneğidir. Tükenmiş bir halkın varlığı için mücadele etmesini sağlamış ve tüm imkansızlıklara rağmen onları bu mücadeleden yeni ve güçlü bir kimlikle galip çıkarmıştır. Onun kurduğu “yeni Türkiye” Nazi ideolojisi için modern ulus devletin başat örneğidir.

Df4p6uSWkAEsNUm1938’de Atatürk’ün ölümü ve 2. Dünya Savaşı yıllarıyla Türkiye gündemden düşse de iki ülke arasındaki ilişkiler hiçbir zaman kopmaz. Hitler ilk başlarda İnönü’ye pek fazla dikkat etmez, fakat kısa bir süre sonra onu da saygı duyduğu liderler arasına alır. Ihrig’e göre, bu dönemde, savaşın çetrefil şartlarına rağmen, Türkiye’yle ilişkileri bozmamaya dikkat etmiştir. Kitabın Sonsöz’ünde dikkat çeken nokta Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndaki tarafsızlığının fiilen pek de geçerli olmadığı gerçeği.

Ataturk in the Nazi Imagination bir Türkiye tarihi kitabı değil. Hatta yazar döneme dair Türkiye’deki kaynakların hala ulaşılamaz olduğundan dem vuruyor ve Atatürk’ün Almanya’daki imajına ya da Hitler’in hayranlığına dair herhangi bir bilgisi olup olmadığının bilinmediğine değiniyor. Hitler’in onu örnek almasının ve Nazi Almanya’sına kadar uzanan sürecin doğrudan Atatürk’ün kendisine bağlanamayacağını da ekliyor. Yine de, bahsi geçen ideolojilerin yakınlığı yadsınamaz (kitapta buna özellikle etnik çatışmalar ve din-devlet ilişkileri konularında değiniliyor). Ayrıca, Ihrig Atatürk’ün standart bir milliyetçilikten daha girift bir uluslararası ilişkiler ağı kurduğuna da dikkat çekiyor. Yazarın yer yer Kemalizm ve Atatürkizm gibi kavramları genel geçer kullanıyor olması hikayenin Atatürk tarafına pek hakim olmadığının göstergesi. Fakat metnin odağının bu olmadığı zaten başından ifade edildiğinden bu detayı bir eleştiri olarak değil ön bilgi olarak not düşelim.

Resmi tarih anlatılarıyla yetindiğimizde Türkiye-Almanya ilişkisinin temel noktası çoğu zaman “Almanlar yenilince biz de yenilmiş sayıldık,” çerçevesinin ötesine geçemiyor. Bunun nedeni ise, bu cümlenin herşeyi açıklayıcı bir gerçeği barındırmasından çok (ki elbette böyle bir durum söz konusu değil), devasa bir toplumsal yenilgi ile nasıl baş edileceğini bilememek. Tarih çok sesli, çok katmanlı, çok karmaşık bir anlatı modeli. Toplumsal benlik algısının kurulmasında doğrudan etken olduğu için de bu tür indirgemeci kolaylaştırmalara pek müsait. Kaldı ki, yapısında bilimum hassasiyetler barındırdığı için farklı yaklaşımlara da oldukça dirençli. Sağlıklı bir toplumsal benlik inşası mümkünse ancak çok boyutlu bir tarih anlayışı kurularak ve o çok boyutlulukla yüzleşerek gerçekleşebilir. Farklı açılardan yazılmış tarih monografları tam da bu nedenle kıymetli metinlerdir. Ataturk in the Nazi Imagination bizim tarih ve kimlik algımız açısından böylesi önemli bir örnek.

Leave a comment