Dönüşüm Sarhoşluğu ve Bozguna Uğramış Ruhlar

İyi bir edebiyat metninin okura sunduğu ince ve derinden işlenmiş, zengin bir içsel dünya vardır. İnsana dair olanın ses vermeye çalıştığı bu duygu dünyası onu keşfetmeye hazır olanı bekler. Deneyimli okur bahsi geçen dünyayı kitabın daha başında az çok sezinler. Hikayenin sonunu tahmin etmekten öte bir sezinlemedir bu. Anlatının okuru maruz bırakacağı duygu dünyasının etkisinde yaşanacak içsel deneyimi öngörmek şeklinde tanımlanabilir. Bu minvalde söylenecek olursa, Stefan Zweig’ın Rausch der Verwandlung (Dönüşüm Sarhoşluğu), henüz hikayenin ana karakterinin tanıtıldığı ilk sayfalarından itibaren, kaygı verici bir duyguyu okura hissettiriyor. Daha ortada bir olay örgüsü yokken bile trajik birşeylerin sizi çarpacağını öngörür gibi oluyorsunuz.
Bildiğim kadarıyla Türkçe’de çevirisi olmayan ve İngilizce’ye The Post-Office Girl olarak çevrilen Rausch der Verwandlung, Stefan Zweig’ın 1942 yılında karısıyla beraber Brezilya’da intihar etmesinden sonra ortaya çıkan bir roman. Hikaye I. Dünya Savaşı sonrası, Avusturya’nın Viyana’ya yakın küçük bir kasabasında geçiyor ve mütevazı bir hayat yaşayan posta memuru Christine’in teyzesinin İsviçre tatili davetiyle yaşadığı köklü değişimi ve bu değişimin sonuçlarını konu ediniyor. Zweig’ın Die Welt von Gestern (Dünün Dünyası) başlıklı otobiyografik metninde anlattığı kozmopolitan Avrupanın değerleri ve “Büyük Savaş”ın ardından yaşanan ekonomik ve toplumsal yıkım, genç ve naif bir kızın iç dünyası üzerinden beceriyle anlatılırken incelikli bir psikolojik çözümleme sunuluyor.
Kendinde varolduğundan bile haberi olmadığı gençlik, güzellik ve açlığın tüm duyularını harekete geçiren enerjisiyle bambaşka bir Christine’e dönüşen karakter, çevresindeki herkesi kısa sürede etkisi altına alır. Sevilen, arzu edilen, hayranlıkla bakılan genç bir kız olarak bu yeni kazanılmış zenginliğin tadını çıkarmaktadır. Daha önce mutluluğun, hazzın ve yaşama dair güzelliklerin farkında olmayan Christine’in bu sarhoş edici dönüşümün etkisinde gerçek hayatına geri dönmek zorunda bırakılması onun için büyük bir yıkım olur. Kısa süreli de olsa deneyimlediği güzelliklerin elinden alınmasıyla yaşadığı ıstırabın ruhunda açtığı yara ve iç dünyasındaki çalkantılar yazarın sade ama derinden işleyen anlatımıyla hayat buluyor.
Elbette gerçekle yeniden yüzleşmek onu, deneyimlediği güzelliklere denk bir şiddetle, alt üst edecektir. İkinci bölümdeki Christine romanın başındaki naif genç kızdan da, İsviçre’deki Sindrella’dan da bambaşka biridir. Bunca güzelliği tadıp onları kaybetmek, onlara hiç sahip olmamış olmaktan çok daha kötüdür. Kısa sürede çalkantılı iniş çıkışlara maruz kalan ruhu vardığı son acı noktada yaşam enerjisi emilmiş kırık bir ruhtur. Christine, yavaş yavaş anıları bile silinen güzelliğin damağındaki son tadı ile varolduğu gerçekliğin yüzüne çarpan çirkinliği ve yoksulluğu altında ezilir.
Bu noktada tanıştığı Ferdinand ile beraber Zweig’ın çok iyi bildiği bir dünyayı temsil ederler. Ferdinand da, Christine gibi, anı olarak kalan güzellikler ile umutsuzluk arasında savrulan ruhun yaşadığı bozgunu kızgınlığında dışa vurmaktadır. Christine, Ferdinand’ın bozgun ruhunun sertliğinde tanıdık bir duygu yakalar. Aslında bu hiç tanımadığı adamla, kaybolmuş iki ruhun ortaklığında buluşurlar.
Rausch der Verwandlung yazarın kendi romantik kozmopolitanlığı ile modernistlere özgü trajik olana duyulan yakınlığın harmanlandığı, dramatik ve duygu dünyası yoğun bir metin. Dönemin diğer önemli Avrupa romanları ile yan yana durmayı hak ediyor. Umarım birileri tarafından fark edilip Türkçe’ye de kazandırılır.

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s