Uzay Yolu, Orijinal Seri (1966-1969) Yazıları – II

Uzay Yolu: Bir Amerikan Hikayesi

Bu yazı serisine başlarken Uzay Yolu’nun bir Amerikan kültür tarihi okuması için ideal olduğunu ifade etmiş ve daha önceki yazılarda genel olarak serinin ne kadar “Amerikan” olduğundan bahsetmiştim. Detaylarına yeri geldikçe, değerlendirmeler gerektirdikçe gireceğim. Fakat bu yazıda “Amerikan” olmakla ne kastettiğimden bahsetmenin iyi olacağını düşündüm. Dünya televizyon tarihine damgasını vurmuş ve temsil ettiği türü ciddi anlamda şekillendirmiş bir Amerikan dizisi elbette “Amerikan” olacak, ama nedir Uzay Yolu’nu bu kadar “Amerikan” yapan?

Sınırları Aşan Öncüler

Bu Amerikanlık meselesini -nüansları olmakla beraber- iki ana hat üzerinden takip etmek mümkün. Bunlardan ilki Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluş tarihinin yapıtaşı olan “pioneer” (öncü) ve “frontier” (sınır) kavramları. Bu kavramlar sadece Uzay Yolu’nu değil, Amerikan kültürü ve edebiyatını anlamak için elzem. Uzun uzadıya ABD tarihi anlatmayacağım ama genel bir çerçeve çizmek gerekirse Fransızlar, İspanyollar vs. de denemiş olsa da ABD, Britanya İmparatorluğu’nun kıtaya ulaşıp yerleşmeyi başarmasıyla (17.-18. yüzyıl) ortaya çıkan yerleşimci sömürgeciliğin ürünüdür. İlk başta 13 sömürge, Hindistan ve Afrika örneklerinde olduğu gibi, imparatorluğun temsilcileri ve büyük ticaret şirketleri tarafından kurulur. Ayrıca Anglikan Kilisesi’nin etkisinden kurtulmak isteyen püritanlar ve kendine daha iyi bir hayat kurmak amacıyla Yeni Dünya’ya gelen orta ve alt sınıflar (ve hatta sabıkalılar) da ilk grupların arasında yer alır. Özetle, ABD başlangıcından itibaren bir göçmenler (hatta fırsatçılar) ülkesidir denebilir.

Amerika kıtası muhteşem doğasıyla devasa bir coğrafya. Dağlar yüce, çöller uçsuz bucaksız, ağaçlar göklerde, okyanuslar engin… Doğanın haşmeti ve bu haşmet karşısında insanların takındığı tavır ABD kültürünü kökünden belirleyen unsurlar. Hem Herman Melville’in Moby Dick’ini hem Henry David Thoreau, Ralph Waldo Emerson ve Amerikan Transandantalizmini (ve daha nicesini) mümkün kılan bir coğrafya. Fakat Britanya’dan gelen ve Virginia, Maryland gibi doğu tarafına yerleşen ilk sömürgeci gruplar karşılarındaki bu eşsiz doğaya sadece hayran olmakla kalmıyorlar, onun bütün haşmetiyle kendilerine bahşedildiğine de (“manifest destiny”) inanıyorlar. Dahası bu toplumsal varoluşsal konumu karşılaştıkları haşmeti dize getirmek, sahiplenmek (gasp etmek) ve dolayısıyla insanın (kendilerinin) üstünlüğü fikrini perçinlemek üzerinden tanımlıyorlar. Herkes böyle yapıyor demiyorum (bkz. Thoreau ve Emerson; ayrıca Abraham Lincoln vs.) ama bu “seçilmişlik” (exceptionalism) fikri önce emperyal sonra liberal Amerikan ideolojisinin ana rengini belirliyor.

“Pioneer” ve “frontier” kavramlarına tekabül eden öncü olmak ve sınırları zorlamak aslında temelde karşılarındaki bu devasa doğaya verdikleri bir cevap. Hem ideolojik hem dini açıdan seçilmiş olmaktan yana “yapabiliriz, yapmalıyız” tonunda takınılmış bir tavır. Buradaki öncülük (vahşi) batıya doğru ilerlemeyi, dağları taşları aşmayı ve Pasifik Okyanusu’na ulaşmayı içeren bir sınırları zorlama arzusunu ifade ediyor. Bu çerçevede şekillenen “frontier” (sınır) gidilebildikleri kadar batı, “pioneer”ler de bu zorlu yolculuğu göze alanlar. Bahsi geçen zorluklar öyle böyle zorluklar değil. Batı kıyısındaki son sınır olan Pasifik okyanusuna varana kadar, bugüne göre elbette az gelişmiş teknolojilerle, boylu boyunca uzanan Rocky ve Sierra Nevada dağları ve Arizona-Nevada çöllerini geçiyorlar ve elbette bu ilk geçişler bilinmezlerle, tehlikelerle dolu. Şimdi Uzay Yolu’nun sloganını burada yeniden okuyalım: “Space – The Final Frontier” (Uzay – Son Sınır). Buradaki Amerikanlık niteliği sınırın sadece sınır, bilinmezleriyle uzay olmasından öteye geçerek köklü bir Amerikan geleneğinin, kimliğinin, benlik algısının bir kelimeye yüklediği anlamlar silsilesinden geliyor. Pasifik okyanusuna, hatta Hawaii’yi de katarsak ötesine ulaşan öncülerin Amerika’sının “son sınır”ıdır UZAY.

Uzay Yolu’na Çerçeve Anlatı Olarak Yakın Dönem ABD Tarihi

Uzay Yolu’nu Uzay Yolu yapan ikinci ana hat ise 20. Yüzyılın ikinci yarısında Amerikan kültürünü ve kimliğini belirleyen yakın tarihsel çerçeve, çünkü bu çerçeveyi belirleyen zaman-mekan-an serinin varoluşuyla doğrudan ilişkili. Yine çok detaya inmeden, daha sonra gerektikçe açacak şekilde, genel bir fikir vermek gerekirse Uzay Yolu, ABD’nin katılımının kritik olduğu II. Dünya Savaşı sonrasını takiben dünya siyasetinin yapısını belirleyen Soğuk Savaş dönemi, Vietnam Savaşı, “uzay yarışı,” 1960lar (öğrenci hareketleri, hippi geleneği vb.) ve Sivil Haklar Hareketi gibi yakın tarihin (hala yakın tarih sayılır mı bilemedim ama) bir ürünü. Dahası yapımın ruhunu tüm bu tarihsel anların Kaliforniya’daki izdüşümleri belirliyor. Gene Roddenberry’nin Texas’ta doğmuş ama güney Kaliforniya’da büyümüş olmasına ek olarak, ABD televizyon ve film sektörünün merkezinin Los Angeles olması gibi detayların da yapıma etkisi büyük. Hatta, örneğin, zamanla hikâye geliştikçe Yıldız Filosu Merkez Karargahının (Starfleet Command) San Francisco’da olduğunu öğreniyoruz. Kaliforniya bugün bile ABD’nin en ilerici, en rahat ve en kendine özgü eyaletidir (evet, bu konuda pozitif önyargılıyım).

Bu zaman-mekan-an detaylarının ‘Orijinal Seri’den itibaren Uzay Yolu üzerindeki etkisi aşikar ve bu etki zamanla geliştirilerek bütün anlatının temel unsurlarını oluşturacak ve farklı bölümlerde işlenen meselelere Uzay Yolu’na özgü rengini verecek. Yazıyı tarih dersine çevirmemeye çalışarak bazı önemli olayları not düşmek bütünlükçü bir bakış sunacaktır:

Öncesinde Japonya ve İtalya’nın agresif askeri harekatları (işgalleri) ile sinyallerini veren II. Dünya Savaşı Hitler’in Polonya’yı (1939) işgaliyle başladı. Japonların Pearl Harbor’a saldırmasıyla (1941) ABD savaşa girdi. ABD’nin Hiroşima ve Nagasaki’ye attığı atom bombalarıyla savaş sona erdi. Savaşın bitimini takiben Doğu ve Batı blokları arasındaki (Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri karşıtlığında) gerginlik ve rekabet dönemi (Soğuk Savaş) nükleer tehdit gölgesindeki dünya genelinde askeri, siyasi, ideolojik, toplumsal, kültürel, ekonomik, teknolojik vb. tüm yerel ve uluslararası tavırları belirledi. Bir yandan Kore Savaşı (1950-1953) devam ederken diğer yandan “uzay yarışı” (1955-1975) rekabetin sıcak hattıydı. 1957’de Sovyetler Sputnik’i fırlattı; 1958’de ABD Explorer I’i fırlatarak karşılık verdi. Aynı yıl NASA kuruldu. 1961’de Sovyetler’in Yuri Gagarin’i dünyanın yörüngesini dolandı. Onu 1962’de ABD’nin John Glenn’i takip etti. 1969’da ABD’nin Neil Armstrong, Edwin “Buzz” Aldrin ve Michael Collins’i Apollo 11 ile ayın yüzeyine indi: “one small step for man, one giant leap for mankind” (“insan için ufak bir adım, insanlık için dev bir sıçrama”).

Öte yandan ABD aktif olarak Vietnam Savaşı’na da (1955-1975) müdahildi, ki ölümlerin arkası kesilmeyen ve sonu gelmeyen bu savaş ülkede özellikle gençlerden ve radikallerden ciddi tepkiler alıyordu. Ayrıca uzaya ulaşan ABD’nin yurt cephesinde ırkçılık karşıtı ve eşitlikçi talepleriyle Sivil Haklar Hareketi ortalığı kasıp kavuruyordu (1954-1968). “Kara Panterler” 1966’da Oakland’da kurulmuştu ve radikal sol-siyah hareket olarak çok kuvvetli bir muhalefet oluşturuyorlardı. 1965’te Malcolm X, 1968’de Martin Luther King Jr. suikasta uğradı. 1965’te Jim Crow yasaları kaldırıldı, 1968’de hareketin kazanımı olarak “Adil Barınma Yasası” çıktı. Zaten, dünya genelinde olduğu gibi, 1960larda ABD’de de öğrenci hareketleri ve protestolar bu kritik döneme damgasını vuruyordu. Özellikle Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi öğrenci hareketlerinin merkezi konumundaydı ve sadece bölgesel değil ulusal dalgalanmalar yaratarak ciddi bir toplumsal değişime ön ayak oldu.

Çok hızlı bir ABD tarihi özeti oldu belki ama şunu düşünmek açısından önemli: Uzay Yolu’nun ilk senaryosu 1964’te yazıldı ve 1966’da çekimlerine başlandı. 1921’de doğan ve Kaliforniya’da yaşayan Gene Roddenberry tüm bu dönemin tanığı ve öznesiydi.

1960lar ve Amerikan Liberalizmi

Bu detaylar ışığında Uzay Yolu’nun iyi bilinen giriş cümlesini yeniden hatırlayalım:

Space: The final frontier. These are the voyages of the starship Enterprise. Its five-year mission: to explore strange new worlds; to seek out new life and new civilizations; to boldly go where no man has gone before!

Uzay: Son sınır. Bunlar yıldızgemisi Atılgan’ın yolculukları. Beş yıllık görevi: yeni tuhaf dünyalar keşfetmek; yeni hayatlar ve yeni uygarlıklar aramak; cesurca daha önce kimsenin gitmediği yerlere gitmek!

Atılgan “son sınır”ı zorlayarak yeni uygarlıklar arayan bir keşif gemisi, fakat bir “Discovery” değil. Şöyle ki, Atılgan’ın askeri–mühimmat gücü sadece bir keşif gemisi sayılamayacak kadar fazla. Burada tabii Amerikan kültürünün sınırları zorlayan öncüleriyle bir paralellik söz konusu. Ne de olsa, tıpkı onlar gibi, “bilinmez”e doğru tehlikeli bir yolculuk Atılganınki. Ama daha da önemlisi “Orijinal Seri” yukarıda bahsettiğim sıcak ve soğuk savaşların gölgesinde bir kültürün ürünü. Keşif, destek, yardım amaçlı uzay yolculuğu yapsa da Kaptan Kirk ve ekibi karşılaştıkları tehditlere karşı da gayet hazırlıklılar ve görevleri arasında askeri müdahale de mevcut, ki daha önce bahsetmiştim, Atılgan’ın güverte düzeni ABD Deniz Kuvvetlerinden uyarlanmış ve Kaptan Kirk ve tayfası teknik olarak asker. Bu açıdan dizi II. Dünya Savaşı’ndan beri süregelen ABD’nin “özgür” dünyanın “koruyucusu” olma şiarıyla şekillenmiş (müdahaleci) ideolojisinin açık bir ifadesi.

Bu ideolojik konumlanmayı kolaylıkla tanınabilir tarihsel referanslarla farklı bölümlerde görmek mümkün. Mesela 1. sezonun “A Taste of Armageddon” bölümünde Eminiar VII ve Vendikar isimli iki komşu gezegenin yüzlerce yıldır devam eden (sanal) savaşının ortasına düşen Atılgan ekibi Eminiar VII’nin liderlerini bu savaşın anlamsızlığına ikna edemeyip bir de kendilerini tehlikede bulunca duruma müdahale ederek savaşın sonlanmasını sağlarlar. Buradaki müdahaleci Amerikan ideolojisi II. Dünya Savaşı ile Kore ve Vietnam savaşlarının doğrudan yansımasıdır. Dahası “Errand of Mercy” bölümünde Federasyon ve seçkin temsilcisi Atılgan “askeri diktatörlük” olan Klingonlarla resmi olarak savaşa girer. Atılgan’ın görevi “zayıf” bir gezegen olan Organia’yı -onlar istemese de- korumaktır. Fakat sonunda buna hiç gerek olmadığını ve kendi zihniyetlerinin sorunlu yapısını idrak edeceklerdir. Yahut yine 1. sezonun “Space Seed” bölümünde karşılaştıkları “seçilmiş üreme” ürünü üstün bir ırktan olan Khan ve ekibinin 1990lardaki öjeni çalışmalarının sonucu olduklarından bahsederken bu dönemin diktatörlerini anmayı da ihmal etmezler. “Space Seed” Nazilerin ve faşist diktatörlerin tehlikeli hırslarına yine doğrudan bir gönderme olarak kurgulanmış bir bölümdür.

Uzay Yolu’nda farklı ırkların Soğuk Savaş’ın farklı uluslarını temsil ettiğinden bahsedilir. Örneğin, Federasyon -ki NATO’nun bir yansımasıdır- Amerika Birleşik Devletleri ve Batı Blokuyken Klingonlar Sovyetler ve Doğu Blokunu temsil eder. Vulkanlar Japon, Romulanlar Çinlidir yahut tam tersi gibi… Bu tür detayların daha esnek ve dinamik düşünülmesi ideolojik açıdan anlamlı olacaktır. “Orijinal Seri”de Klingonların tipi Asyalıdır, Moğolistan, Çin gibi. Vulkanlar ve Romulanlar birbirine çok benzer Japonlar ve Çinliler gibi. Ama asıl önemli olan değişken referans noktalarına rağmen tüm konsept 1960ların siyasi bağlamı üzerine kurulu ideolojik bir tutumun ifadesidir ve elbette Amerikan “özgür dünya” liberalizminin bayrağını taşır.

Amerikan liberalizminin sivil niteliklerinin izlerini de serinin hemen her bölümünde -ama elbette özellikle “Orijinal Seri”de- aynı netlikte görmek mümkün. Amerikan anayasasının girişine bir bakarsak:

We the People of the United States, in Order to form a more perfect Union, establish Justice, insure domestic Tranquility, provide for the common defense, promote the general Welfare, and secure the Blessings of Liberty to ourselves and our Posterity, do ordain and establish this Constitution for the United States of America.

(Biz Birleşik Devletler Halkı, daha mükemmel bir Birlik oluşturmak, Adaleti tesis etmek, yurtta Huzuru sağlamak, ortak bir savunma temin etmek, genel Refahı teşvik etmek ve Özgürlüğün Nimetlerini kendimiz ve sonraki nesillerimiz için güvence altına almak amacıyla, Amerika Birleşik Devletleri için bu Anayasayı tayin ve tesis ediyoruz.)

Buradaki ABD ismini ve kurumsal vurgusunu değiştirsek Birleşmiş Gezegenler Federasyonunun ve Yıldız Filosunun da anayasasına bakıyoruz denebilir. Örneğin, farklı türlerin yaşam haklarının korunması Federasyonun temel kuralı. Bu Amerikan liberalizmine özgü bir detay değil elbette ama böylesi bir kuralın varlığı dahi Amerikan liberalizminin en idealize edilmiş halinin bir tezahürü. Atılgan Federasyonu temsilen ulaştığı her farklı uygarlığa saygı ve diplomasi çerçevesinde yaklaşmakla yükümlü. Kaldı ki, Federasyonun birincil yönergeleri (prime directive) müdahalelerin niteliğini ciddi anlamda belirleyip kısıtlıyor. Fakat özellikle Kaptan Kirk’ün örneğinde olduğu gibi çoğu zaman Federasyonun idealleri (bkz. Amerikan liberalizmi) adalet, haklılık ve doğruluk bağlamında öncelikli konuma alınarak bazen “halklara rağmen” müdahalelere neden oluyor. Bu yer yer ‘herkesin kendi doğrusu ve hakkı-hukuku var ama biz en doğruyuz’a dönüşüyor. Bu hak-hukuk-doğruluk çerçevesinin ideolojik doğasının en güzel örneğini de kaptanlar sergiliyor.

Kirk’ten Picard’a, Sisko’dan Janeway’e Uzay Yolu evreninin bütün kaptanları müthiş idealize edilmiş, zayıflıklarına rağmen her zaman doğruyu yapan karakterler. Bu doğrunun niteliğini ise dönemin siyasi ve toplumsal kültürü belirliyor. Elbette karakterlerin her birinde en değişmez “kuvvet” çok sağlam bir etik duruşa sahip olmaları. Uzay Yolu’nda “kahraman” konumunda olan hiçbir kaptanda -eğer “ayna evren” değilse yahut dışsal bir etken yoksa- etik zayıflık görmek mümkün değil. Buradaki etik ve kahramanlık tanımı da idealize edilmiş bir Amerikan liberal etiği ve kahramanlığı. Bu tabii önemli bir nitelik, çünkü 1960ların krizlerle boğuşan Amerikan toplumuna önemseyecek değerler sunan bir televizyon yapımı. Entelektüel açıdan eleştirel yaklaşılabilecek bu detaylardan çoğunun bir ulusun bir döneminin değerler dünyasını oluşturduğunu unutmamak lazım.

Elbette idealize edilmiş Amerikan liberalizminin bu dönemdeki en can alıcı ve en önemli unsuru Uzay Yolu’nda da net bir şekilde çizilen ırkçılık karşıtı sınırdır. Uhura örneğine ve Atılgan’ın güvertesinin çok kültürlülüğüne daha önce kısaca değinmiştim. Birleşmiş Gezegenler Federasyonu her türlü ayrımcılık ve ırkçılığın ortadan kalkmış ve “çoktürlü” bir eşitlik anlayışının yerleşmiş olduğu bir gelecek tahayyülüdür. Mesela “Orijinal Seri”nin 1. sezonundaki “Balance of Terror” bölümünde ilk kez tanışılan (düşman) Romulanların Vulkanlara çok benzemesinden dolayı Teğmen Stiles’ın Bay Spock’a tepki göstermesinin (onu casus olarak görmesinin) önü Kaptan Kirk tarafından hemen kesilir. Stiles’ın korkunun yarattığı açık olan düşmanlığı ve şüpheciliği karşısında kaptanın tepkisi çok keskin ve nettir: “Well, here’s one thing you can be sure of, mister: leave any bigotry in your quarters” (Emin olabileceğiniz bir şey var bayım: Bağnazlığınızı odanızda bırakın). Uzay Yolu’nun eşitlikçi ve ırkçılık karşıtı niteliklerinden ileride daha detaylı bahsetmek istediğimden burada uzatmayacağım. Ama şununla kapatayım; Uzay Yolu konseptinin hemen hiçbir unsuru Mason-Dixon hattının güneyinden çıkamazdı. Konsepte şeklini veren, onu mümkün kılan zaman-mekan-an Soğuk Savaş ve “uzay yarışı” olduğu kadar, 1960ların Kaliforniyası, öğrenci protestoları ve Sivil Haklar Hareketidir.

Teknik Bazı Detaylar:

  • ‘Orijinal Seri’nin Klingonları ile daha sonrakiler fiziksel olarak oldukça farklı. İlk Klingonlar insan figürlü bir ırk, daha sonrakilerin bedensel güçleri ve kafa şekilleri insansı olmakla beraber dünya ırkına benzemiyor. Hatta bu fark Deep Space 9’da Worf ile arkadaşları arasında espiri konusu oluyor.
  • “Prime Directive”: Birleşmiş Gezegenler Federasyonun ve Yıldız Filosunun uyması şart olan ana yönergeleri. Özellikle uzay yolculuğu teknolojisine henüz ulaşmamış gezegenlerin kültürlerinin korunmasının şartlarını belirler ve bu teknolojik aşamaya gelindiğinde “ilk temas”ta takip edilmesi gereken kuralları içerir.

“Death, destruction, disease, horror… that’s what war is all about, Anan. That’s what makes it a thing to be avoided. You’ve made it neat and painless… so neat and painless, you’ve had no reason to stop it.” – Captain Kirk, “A Taste of Armageddon”

2 comments

  1. Harika bir inceleme. Atılgan mürettebatı askeri bir ekipten oluşuyor ama yine de yeri gelince uzay kovboyuna da dönüşüyorlar (Bir bölümde gerçekten dönüşüyorlar) Devamını merakla bekliyorum.

Leave a reply to Anonymous Cancel reply