Dünya Edebiyat Turu , no. 1 – Afganistan
Önsöz: Bir süredir internet üzerinden görüp katılmaya heveslendiğim “Dünya Edebiyat Turu”na alfabetik sıradan ve Afganistan ile başlıyorum. Bu turu, gördüğüm farklı örneklerdeki gibi, sistemli bir şekilde ve 1 yılda bitirmeyi planlamıyorum. Yavaş yavaş, süreci buradan yazarak ilerleyeceğim. İlla ki alfabetik sırayı takip etmemekle birlikte her ülkeye uğramaya çalışacağım.
***
Ülke: Afganistan
Eser: A Thousand Rooms of Dream and Fear – هزارخانه خواب و اختناق
Yazar: Atiq Rahimi
İlk basım: 2002
Özgün Dil: Darice (Afganistan Farsçası)
Çevirmenler: Sarah Maguire, Yama Yari (İngilizce)
Afganistan öncesi Afgan tarihi bugün Güney Asya denen, tarihte Horasan olarak geçen ve İran, Afganistan, Pakistan, Tacikistan gibi ülkeleri içeren bölgeyle ilişkilidir. Modern Afganistan ise 1970’lerden itibaren darbeler ve iç karışıklıklarla çalkalanmış, komunist/anti-komunist, Sovyetler/İslamcılar gibi daha nice siyasi kuvvetin çatışma alanı olmuş ve toplumsal travmalarla sınanmış bir ülke. Ne yazık ki hâlâ da büyük yıkımların şekillendirdiği bir coğrafya. Bölgenin tarihsel ve siyasi süreçleri hakkında detaylı bilgi sahibi olduğumu iddia etmeyeceğim. Ülkeyle ilk kültürel karşılaşmam İran’lı Mohsen Makhmalbaf’ın Kandahar (2001) filmiyle olmuştu. Bu yazıda çıkış noktam da toprağın sancılarının edebiyatının ruhunu şekillendirdiği gerçeği olacak.
Eğer üretildiği dil olarak Farsça alınırsa Afgan edebiyatının sınırları zaman içinde siyasi sınırları değişmiş birçok ülkenin edebiyatıyla örtüşmektedir. Örneğin, Mevlana Celaleddin Rumi çoğunlukla Farsça yazdığı için İran tarafından sahiplenilirken, doğduğu şehirden dolayı Afganistan’ın edebiyat kültürünün bir parçasıdır. Kaldı ki, Konya’da öldüğü için bizim toprakların kültürüne de dahildir. Velhasıl, yapay ulus devlet sınırları edebiyat için sıkıntılı ve kısıtlayıcı parametrelerdir.
Modern dönem Afganistan edebiyatı Dari (Afganistan Farsçası) ve Paştu dillerinde üretiliyor. Ama Afgan edebiyatının önünün Khaled Hosseini’nin İngilizce yazdığı romanların ABD’de çok satanlar listesine girmesiyle açıldığı söylenebilir (bkz. Uçurtma Avcısı ve Bin Muhteşem Güneş). Hosseini’nin İngilizce yazan ABD’li bir yazar olması ve “batı” yayıncılık kültürünün çoğu zaman hiç de saklı olmayan oryantalist tavrı meselelerine girmeyeceğim. Onun yerine yine başarılı ve Hosseini’den daha otantik bir Afghan edebiyatı örneği sayılabilecek bir yazardan ve eserinden bahsedeceğim.
Atiq Rahimi 1962 Kâbil doğumlu. Sovyet işgali sonrası, hikayesini anlattığı birçok insan gibi, Pakistan’a kaçıyor ve oradan 1984’te Fransa’ya geçiyor. Romancılığı dışında yapımcı ve yönetmen olarak da bilinen Rahimi Darice yazıyor. Kitaplarından Goncourt ödülünü alan Sabır Taşı ve Kahrolsun Dostoyevski Türkçe’ye çevrilmiş. Benim seçtiğim ve İngilizce’sinden okuduğum A Thousand Rooms of Dream and Fear (Rüyanın ve Korkunun Bin Odası) ise henüz Türkçe’de yok.
Romanın hikayesini çok da açık etmemeye çalışarak biraz bahsedeyim. Farhad Kâbil’de yaşayan bir üniversite öğrencisidir. Bir akşam en yakın arkadaşıyla, onu uğurlamadan önce, içmeye giderler. Sarhoş bir şekilde evin yolunu tutturmaya çalışırken gelişen olaylarla hayatı değişir. Daha doğrusu değişmek zorunda kalır. Beklenmedik bir şekilde “aranan” birine dönüşen Farhad’ın hikayesi sancılı topraklarda, sıradan insanların hayatlarının sıradanlığının nasıl farklı şekillerde ellerinden alındığını anlatıyor.
Çevirmen kitaba yazdığı notta başlıktaki “bin oda”nın Darice labirent anlamı da olan bir deyişten geldiğinden bahsetmiş. Kısa bir roman olan “Rüyanın ve Korkunun Bin Odası” parçalı yapısı ve akmaktan çok seken zaman dizimi ile bir labirent metin. Okur yaşanılan travmayı ve onu yaşama deneyimini karakterin hikayeleştirme sürecinde takip ediyor. İmgelerle örülü, rüyaların, kabusların ve sayıklamaların oluşturduğu dolambaçlı bir anlatı. Farhad’ın ve diğer karakterlerin dününün ve bugününün hikayesinde kişisel ile toplumsal iç içe geçiyor. Hatta kişisel toplumsalın metaforu haline geliyor.
Genel olarak gayet iyi olan bu romana belki bir eleştirim olabilir. Afganistan’ın sancılı tarihsel ve toplumsal gerçekliğinin hikayelerini anlatmayı hedefleyen romanın bir miktar ‘batının okumak istediği egzotik doğu hikayesi’ hissiyatı taşıdığını düşünüyorum. İlla ilişkili olması gerekmiyor elbette ama Rumi ve mistik derviş imgelerinden oluşan bir doğu algısı oryantalizmin olmazsa olmazı olarak romanda dikkat çekiyor.
Güzel bir hikaye olmasından ve Afgan edebiyatı olduğu için biraz normal karşılamak gerektiğinden metindeki öz-oryantalizm izlerini bir kenara bırakıp başka bir referanstan bahsedeyim. Romanda biraz değiştirilmiş bir Nazım Hikmet şiiri geçiyor. Özgün dilinde okuyamadığım için nasıl’ı konusunda sorularım olsa da, komunistlerin sloganı şu şekilde verilmiş:
“If I do not stand up,
If you do not stand up,
If he does not stand up,
Then who will light a torch in the midst of this darkness?”
Farhad’ın arkadaşının bu sloganın “ahlâksız” bir versiyonunu yazması sürgün edilmesine neden oluyor. Yani, hikayenin başladığı noktalardan biri isimsiz bir Nazım referansı. Bu çok şaşırtıcı değil aslında. Bence asıl ilginç olan referansla birlikte dikkat çeken ideolojik dünya. Hep idealist bir romantizmle anmaya alışkın olduğumuz bazı değerlerin farklı bağlamlardaki tezahür ve dönüşümlerini görmenin farkındalığı. Afganistan belki de bu açıdan çok ilgi çekici bir örnek olabilir ve ister istemez aklıma doktora yaparken Demir Perde ülkelerinden gelen bazı arkadaşlarımın Marxist eleştiri karşısındaki direnci geliyor.
Özetle, Atiq Rahimi’nin A Thousand Rooms of Dream and Fear romanı Afgan edebiyatı ile tanışmak için güzel bir metin. Ve tüm o kâbusun ve sancının içinde aşka uyanışın romanı aslında.