Space: the final frontier. These are the voyages of the starship Enterprise. Its continuing mission: to explore strange new worlds; to seek out new life and new civilizations; to boldly go where no one has gone before!
[Uzay: Son sınır. Bunlar yıldızgemisi Atılgan’ın yolculukları. Devam eden görevi: yeni tuhaf dünyalar keşfetmek; yeni hayatlar ve yeni uygarlıklar aramak; cesurca daha önce kimsenin gitmediği yerlere gitmek!]
Uzay Yolu “Orijinal Seri” 1969’da sonlanır. Yaklaşık 20 yıl sonra, 1987’de, “Yeni Nesil” (The Next Generation) yine Gene Roddenbery‘nin yapımcılığında yayınlanmaya başlanır. İngiliz klasik sahne oyunculuğu eğitimli Patrick Stewart’ın canlandırdığı Kaptan Picard ile “Yeni Nesil” bir yandan temel yapıtaşlarıyla Uzay Yolu konseptinin hakkını veren bir devam niteliği taşırken diğer yandan konsepte yeni bir soluk katarak Uzay Yolu evreninde kendine özel bir yer edinir. Oldukça iyi bir yapım olan “Yeni Nesil” hem eski Uzay Yolu hayranlarını etkilemeyi hem kendi hayran kitlesini oluşturmayı başarır.
Elbette iki seri arasında ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Her şeyden önce Soğuk Savaş ve 1960lar etkisindeki “Orijinal Seri”nin dünyası ile 1980-1990ların ürünü olan “Yeni Nesil”in toplumsal bağlamı aynı değildir. En basit haliyle değişimin izleri serinin açılışında görülür. Yeni seriyle beraber eski Atılgan’ın “beş yıllık” görevi “devam eden” olarak değiştirilmiş ve klasik “no man has gone before” lafı cinsiyet ifade etmeyecek şekilde “no one” olarak yeniden düzenlenmiştir.
Fakat iki seri arasındaki ayrım asıl genel tondaki değişimde hissedilmektedir. Öncelikle “Yeni Nesil” hemen ilk bölümde bir gerilimle açılır. Bu açıdan “Orijinal Seri”ye oranla çok daha ciddi ve sıklıkla taraflar arası gerginliklerin sunulduğu bir yapım olarak dikkat çekmektedir. Elbette mizahi bir yönü ve komik anları mevcut ama Uzay Yolu evreninin baştaki neşeli halinin artık geride kaldığı söylenebilir. Bu havayı yaratan ana unsurlardan biri Stewart’ın Kaptan Picard’ının karakterizasyonu olsa da tıpkı “Orijinal Seri” de olduğu gibi “Yeni Nesil” de yayınlandığı dönemin ideolojik çatışmalarını ve Amerikan toplumunun kültürel yapısını net bir şekilde temsil etmektedir. Kaldı ki, “Yeni Nesil” serisini “Orijinal Seri”nin neşesinden bir miktar uzaklaştıran ciddi tonu oldukça çarpıcı bazı toplumsal ve bilimsel mevzuların da popüler kültür alanında tartışmaya açılmasına imkan sunmaktadır. Bu mevzulardan yeri geldikçe bahsedeceğim ama serinin hemen başlarından itibaren öne çıkan bazı noktalara kısaca değineyim.
Bunlardan ilki yine, elbette, türsel/ırksal çeşitlilik ve buna bağlı olarak gelişen çatışma halleri ile sundukları birlikte varoluş olasılıkları. Zaten hemen her alanda “çeşitlilik” tüm Uzay Yolu evreninin en önemli, en kıymetli, en temel niteliği; olmazsa olmazı. Kaptan Kirk’ün döneminden 100 yıl sonra “NCC 1701-D” olarak vaftiz edilen yeni model Atılgan’ın kaptanı Picard’ın yanında 2. kaptan olarak genç bir “dünyalı,” Riker tercih edilmiş. Spock’un mantığına ve zekasına eş olarak ise türünün tek örneği olan, çok özel bir android, Data koyulmuş. Yeni Atılgan’ın ana güvertesinde bir Vulkanlı yok (yalnızca arada bir görünen ikinci doktor, Selar, bir Vulkanlı). Fakat ilk defa bir Klingon, Worf, güvenlik subayı olarak görev alıyor (yani Klingonlarla uzlaşılmış ve Klingonlar Federasyona katılmış; Romulanlar hala bir problem ve sıkıntılı türlere Ferengiler eklenmiş). Yeni bir ırk olarak da empati/telepati yeteneği olan Betazoidler kurgulanarak Atılgan’ın güvertesine psikolojik danışman Deanne Troi ile dahil edilmiş. Geminin başhekimi seri boyunca 1-2 kere değişirken (McCoy’un dengi bulunamamış) başmühendis olarak doğuştan görme engelli LaForge seçilmiş.
Bu tercihler bir bakıma yapımlar arasında geçen zamanın gerektirdiği pratik kararlar olmakla beraber yeni olasılıklara açılmaları açısından önemli. Nitekim ne yapımcıların ne hayranların Kirk, Spock, McCoy gibi karakterlerin başka aktörlerde yeniden yaratılmasına sıcak bakacağı varsayılarak bu durum yeni türlerin açabilecekleri farklı evrenler kurmak için fırsat bilinmiş.
Tüm bu olasılıklar arasında (bence) en ilginç ve en zengin olanı Data. Bu karakterin varlığı bir makinenin yapay zeka tahayyülü olarak becerileri ile yapay zekanın hangi aşamada “sentient” (bilinci olan, hissetme kapasitesine sahip) bir tür kabulü göreceği hem teknolojik hem etik açıdan nice verimli spekülatif değerlendirmelere imkanlar sunan bir seçim. Mesela kendi arzusu ve onayı dışında üzerinde deney yapılmasını reddettiği için kurulan mahkeme sahneleriyle 2. sezon 9. bölüm tamamen bunun üzerine kurulu. Hatta bunu Deanne Troi’un “hamile” kaldığı 2. Sezonun 1. bölümüyle beraber okumak önemli. Troi’un ve Atılgan’ın komuta ekibinin tavrı çok açık: “Troi’un bedeni, Troi’un kararı.” Bu iki örnek birbirine hem eş (otonomi) hem karşıt (insan vs. makina) olarak bedenin ve benliğin birliği ile kişinin kendi varoluşu ve hayatı üzerindeki tahakkümüne dair iddialı pozisyonlar alınmasına fırsat sunuyor. Uzay Yolu ideolojisinin bu tür durumlarda konumlanışı dizinin sıradan bir popüler kültür ürünü olmadığının kanıtı. İlerleyen yazılarda hem yapay zeka meselesine hem Uzay Yolu’nda toplumsal cinsiyet tezahürlerine ayrıca başlıklar açmayı planladığım için ikisini de şimdilik kısa kesiyorum.
Bir diğer ana mesele, yine en başta “Q Continuum”un seriye dahil edilmesi ve sonraki serilerde de geliştirilmesiyle kritik bir konuma sahip. Bu bağlamda öncelikli olarak, “Orijinal Seri”de de kullanılmış olan, insandan daha üstün türler, gücün iktidarı ve kullanımı ve sonsuz gücün fay hatları hem doğrudan hem sembolik açıdan dikkat çekiyor. Bu çerçevenin sınırlarını zorlayan en özgün unsur ise, Q’nun Atılgan’ın başına sardığı Borglar, çünkü Borgların doğaları gereği “kötü” olduklarını iddia etmek mümkün değil. Onların bir dengi olmayan yıkıcı gücü iyinin ve kötünün basitçe tanımlanabileceği etik bir bağlamda sunulmuyor. Bu yarı organik-yarı yapay tür tüketme-sentezleme denebilecek bir dürtüyle, kendileri dışındaki türlerin varlıklarını ve özerk iradelerini hiçe sayıyor ve aslında sömürgeci bir varoluş biçimini temsil ediyorlar. Bu aşırı kendine dönük-dışa kapalı ben algısı ve ötekinin varlığını ve “kendi kaderini tayin hakkı”nı inkâr eden ilişkilenme modeli ise etik yahut politik bir iyi-kötü, düşman-dost vs. ikiliği üzerine kurulu değil. Tehdit ya da direniş/direnç görmedikleri sürece saldırmamaları ve hatta ötekinin varlığını dahi tanımamaları gayet özgün bir türsel tahayyül ve basite indirgenemeyecek tartışma olasılıklarının önünü açıyor.
Velhasıl 2. sezon 16. bölümde Atılgan’ı Borgların önüne atan Q’nun doğrudan da ifade ettiği gibi uzayın bilinmezleri birçok riski ve tehlikeyi de içeriyor. Her şeye kadir güce sahip Q’nun şımarık fevriliği ile Picard’ın onurlu -ve gururlu- duruşunun çatışmasında insanlığın övünülesi temel nitelikleri vurgulanıyor. Bu bağlamda “Yeni Nesil”in ana temalarından biri uzayın bilinmezlerini keşfe çıkmanın her seferinde iyi bir deneyim olmayabileceği şiarına dayandırılarak “insan” türünün devasa bilinmezlikler karşısında merakını ve cesaretini ifade ederken yine aynı bilinmezlikler karşısında kaçınılmaz korku hissiyatına da alan bırakıyor. Nitekim, Uzay Yolu evreninde -Amerikan “pioneer” ruhunu temsilen- cesaret korkusuzluk değil, korkulara rağmen ilerlemeye ve mücadele etmeye devam anlamına geliyor.
Teknik Bazı Detaylar:
- “Orijinal Seri”nin Spock’u ile “Yeni Nesil”de ona paralel tahayyül edilen Data arasında mantık vurgulu dilsel bir bağ kurulmuş. Mantık her zaman dili düz kodsal bir köşeye sıkıştırır mı tartışılır ama Data’nın “intriguing”i hoş bir seda ile Spock’un “fascinating”ini çağırıyor.
- Data’nın isminin nasıl söyleneceğine dair ufak bir şaka mevcut. Seride “dey-tah” kullanılıyor; bir ara Dr. Pulaski “da-tah” şeklinde söyleyince Data onu düzeltmek ihtiyacı hissediyor: “çünkü benim adım bu.” Tatlı bir sahne. Nerdist sitesinde şöyle okumuştum: Roddenberry Patrick Stewart’ın Data ismini ilk söyleyişinden yola çıkarak dizide yeni bir karakterin ismini ilk kim nasıl söylerse doğrusu o kabul edilsin şeklinde bir kural koymuş.
- “Orijinal Seri”nin hafif hippi izleri taşıyan üniformaları “Yeni Nesil”de yerlerini tüm vücudu kaplayan tulumlara bırakmış. Tulumların tuhaflıkları bir yana bu kostüm hikayesi Uzay Yolu evreninde başlı başına bir mesele.
“For five hundred years every ship that has born the name of the Enterprise has become a legend, this one is no different.”




