Eski tren biletlerinden ayraç yapmayı seviyorum. Mesela İngiltere’de kullanılan kağıt biletler ayraç olmaya çok müsait. COVID döneminde Londra-Manchester hattında yaşarken çıkabildiğim ilk ve tek yolculuğun biletini elimde evirip çeviriyorum: Manchester-Glossop. Doktora hocalarımdan, Howard Booth’u ziyarete gitmiştim. Pandeminin zirve dönemi hepimiz için çok zor zamanlardı ve kuzey İngiltere kırsalının açık havasına çıkıp tepelerde yürüyüş yapmak iyi gelmişti. Birlikte kara sağanları seyretmiştik. 10 ay boyunca konmadan havada kalabilen bu ufak kuşların etrafta süzülüşleri pandemi kıskacına sıkışmış bizler için kocaman bir özlemin vücut bulmasıydı belki de.
Uzun zamandır okumak için fırsat kolladığım Horatio Clare’in Heavy Light [Ağır Işık] kitabının ilk sayfasını açtığımda çok uygun bir ayraç seçtiğimi fark ediyorum: “Manchester Airport in December…” (Aralık ayında Manchester Havalimanı…”) Anlamayı arzuladığım bir dünyaya tanıdığım bir kapıdan giriyor olmak hoşuma gidiyor. Hebden Bridge, Rochdale, hatta Galler’de Anglesey derken eski üniversitemin de dahil olduğu çok tanıdık bir coğrafyayı dolaşıyor hikâye. Son derece rahatsız bir adamın büyük bir hız ve şiddetle dağılışını okurken, hiç değilse yer isimlerinden işaret fişekleri koyarak sayfaları çeviriyorum. Sürükleyici bir metin… Macera romanı gibi… Karakterin yaşadığı dev bir macera… Fakat bunun bir macera romanı olmadığının bilgisi endişeli bir okurluk hali yaratıyor. Anlatıcı yükseldikçe ben kaçınılmaz olan yıkımın gelişini bekliyor, gerildiğimi hissediyorum.
Heavy Light: A Journey Through Madness, Mania and Healing İngiliz yazar ve gazeteci Horatio Clare’in “Bipolar Bozukluk” deneyimlerini paylaştığı kişisel bir anlatı. Kitap yazar ve ailesi kayak tatiline çıkmak üzere Manchester Havalimanı’nda beklerken açılıyor. Ama asıl hikâye (in media res) yazarın manik episodunun ortasından başlıyor. Tedaviyle kontrol altına alınmayan bipolar bozukluğun kişinin hem kendisi hem yakın çevresi için ne kadar yıpratıcı ve yıkıcı olabileceğini ilk elden dile getiren bir manik yolculuk.
Bipolar Bozukluk (ya da eski ismiyle Manik Depresif hastalık) kişinin aşırı yükselmeler (mani) ve aşırı çöküşler (depresyon) arasında dalgalandığı ve arada dönem dönem ortalama bir halin yakalanabildiği bir duygudurum bozukluğu. Farklı tipleri olan Bipolar Bozukluk “taşkınlık” dönemlerinin derecesi üzerinden tanımlanır ve bu şekilde Tek Uçlu Depresif Bozukluktan (MDD) ayrılır. Mani dönemlerindeki taşkınlık hali kontrolsüz yüksek bir enerjiyle seyreden neşe ve canlılıkla ifade bulurken psikoz gibi daha ağır tablolara da evrilebilir (Bipolar Bozukluk hakkında daha fazla bilgi için; bkz. PsikeArt dergisi, Bipolar sayısı, Eylül-Ekim 2022).
Clare’in anlatısı tam da böyle bir taşkınlık noktasında başlıyor. Kanabis kullanımının tetiklediği manik enerjiyle imza günleri ve kitap tanıtımlarının peşinde Britanya’nın dört bir yanına seyahat eden yazar ilk olarak hipomaninin nasıl kişiye bir tür şeytan tüyü kattığından bahsediyor: “hipomani kişiye bir canlılık ve ışıltı verir ve insanlar bunun cazibesine kapılabilirler” (3). Yoğun bir programın talepleriyle boğuşurken maninin enerjisinin yazara yardımcı olduğu açık, fakat bu enerjiye aynı zamanda patolojik bir uyku bozukluğu (insomnia) da eşlik ediyor. Yaşanılan uyku yoksunluğu ise zamanla maninin yıkıcı boyutlara varacağı bir kısır döngünün önünü açmış oluyor. Sonrası tam anlamıyla bir kasırga.
Anlatının etrafında döndüğü manik episodun yarattığı paranoya ve hezeyanlar yazarı büyük bir uluslararası komplonun, daha doğrusu dünya barışına yönelik gizli bir planın içinde olduğuna ikna etmiştir. Yaşadığı her şeyin daha büyük bir şeyin parçası olduğuna, sürekli takip edildiğine, tekrar tekrar sınandığına inanan Clare bütün bunlara tüm “iyi niyetiyle” katlanarak üzerine düşen “görevi” yapmaya çalışmaktadır. Ne de olsa işin ucunda tüm dünyanın barış içinde yaşayacağı güzel günlerin umudu vardır. Halbuki bu süreçte hem kendisine hem sevdiklerine farkında olmadan (yahut farkında olsa dahi hezeyanları içerisinde yaşadıklarına farklı anlamlar yükleyerek) büyük zarar vermektedir.
Böylesi çarpıcı bir anlatıyla Clare bir yandan da (İngiliz) ruh sağlığı sisteminin sorunlarını gözler önüne seriyor. Hikâye her ne kadar İngiltere özelinde anlatılıyor olsa da dünya genelinde de çok farklı olmadığını bildiğimiz ruh sağlığı sisteminin yetersizliklerine dikkat çekiyor. Velhasıl yazarın kendisi de entelektüel birikimi ve becerileri sayesinde ve kısıtlı da olsa sahip olduğu bilgiyle her seferinde sistemin zayıf noktalarından kayıp gitmeyi ve ihtiyacı olan tedaviden “kaçabilmeyi” başarıyor. Kaldı ki, doktorlar dahil kimsenin onu gerçekten “işitmediğinden” şikayetçi. Halihazırda 10-15 dakikadan fazla zaman ayrıl(a)mayan ve standart anket sorularından çok da öte gitmeyen doktor görüşmelerinde “doğru” ifadeleri kullanarak karşısındakileri ikna etmeyi her seferinde başarıyor. Ta ki polis eşliğinde ve ambulansla akıl hastanesine yatırılana kadar…
Evin banyosunun tavanına delikler açtığı, büyük planları için kendine bir harita odası yaptığı, komşunun arabasının üstünde zıpladığı ve dünyayı kurtaracağına inandığı nice “çılgınlık”la kendine ve çevresine zarar vermeye başladığı noktada eşi ve ailesi devreye girmek zorunda kalıyor ve yazarın yasal olarak (isteği dışında) hastaneye yatırılması sağlanıyor. Anlatının bu kısmı her açıdan can yakıcı. Fakat hikâyenin sonunda 20 günlük bir tıbbi gözlem altında anti-psikotik ilaç tedavisiyle taşkınlığı kontrol altına alınan yazar “sivil” hayata ve yazarlığa geri dönüyor.
Kişinin sevdiklerinin, ailesinin, dostlarının böylesi çetin bir süreçte ne kadar zorlandığını, neler yaşadığını göstermesi açısından da ayrıca kıymetli bir metin Heavy Light. Clare’in en büyük avantajı ise etrafında onu yalnız bırakmayan ve hastaneye yatırılması öncesinde ve hastanede kaldığı süre boyunca ona yardımcı olan, ona kıymet veren insanların varlığı. Hikâyesi aracılığıyla iyileşme sürecinin ne kadar zor olduğunu ve sadece ilaçların yeterli olamayacağını anlatıyor. Rahatsızlığının sancılı süreci, yaşanılanların iki taraflı utancı ve tüm bunlara rağmen birbirine değer veren insanların yan yana durması ruhsal hastalıkların insani boyutlarını öne çıkarıyor.
Heavy Light sürükleyici ve etkileyici bir anlatı. Dahası hem bipolar bozukluk özelinde hem ruhsal hastalıklar genelinde önemli bir kitap. Öncelikle, bipolar manisinin varabileceği hezeyanlı paranoya deneyimine çok yakından ve kişisel bir ışık tutuyor. Gayet kişiye özel, daha doğrusu sadece kişinin kendisine açık bir deneyimin dışarısında kalanlara o deneyime dair bir fikir veriyor. Ayrıca, bu tür süreçlerde hastalıktan mustarip kişilerin yakın çevrelerinin yaşadığı zorlukları ve fedakarlıklarını ön plana çıkararak onların da hakkını teslim ediyor. Son olarak iyileşme sonrası keşif ve öğrenme sürecine eşlik eden anlama ve anlamlandırma çabaları hem hastalığın hem de tedavisinin gelişmekte ve değişmekte olan bilimini genel bir okur kitlesine erişilebilir kılıyor.
“Heavy Light” -ağır ışık- bir bipolar anlatısı için ilginç bir başlık. Işığın genel olarak olumlu anlamlar yüklendiği bir dilsel gerçeklikte ağırlığının karşıtlığı bipolar bozukluğun oldukça başarılı bir tanımı. Fakat dilsel açıdan bakıldığında bu tür ifadeleri sadece yoğun ve şiddetli içsel deneyimlerin süslü dile gelişleri olarak değerlendirmek yetersiz. Dile getirilen anlatının ve kullanılan ifadelerin karşı tarafa doğrudan aktarılması imkansız olan özü kristalize edip cisimleştirdiğine de odaklanmak gerekiyor. Mesela farklı terapi deneyimlerinin gösterdiği üzere kişinin depresyon yaşantısını betimlerken kullandığı ifadeler yaşanılana ve onları deneyimleyen özneye dair önemli ipuçları taşıyor.
Şöyle düşünülebilir: en basit ve fiziksel haliyle karnımız ağrıdığında bunu sözel olarak ifade edebiliriz. Karşımızdaki de kendi deneyimleri üzerinden bu hissimizi “anlayabilir.” Ama asla o ağrıyı deneyimleme halimize doğrudan vakıf olamaz. Bu denklem doğrultusunda bir de fiziksel olarak deneyimlenebilecek ama fizikselliği elle tutulamayacak türden karmaşık bir içsel yıkımın öteki’ne doğrudan aktarılmasının imkansızlığını düşünün. İç dünyanın istemsiz patolojik dışavurumuna eşlik eden deneyimlerin kişinin kendisi tarafından ifade edilmesi bu bağlamda özellikle önem taşıyor.
Horatio Clare şöyle yazmış: “Benliğinin ucunu tutabilmek ve onu yeniden inşa edebilmek için hikâyen bilinsin istiyorsun. […] Yıkımın en anlamlı metaforu benliğin bozulmuş anlatısının kayıp ucu” (22). Burada yazma eylemi özneliğine yeniden sahip çıkmak isteyen kişinin önce çaresizce çırpınması, sonra güçlenerek yeniden doğrulması olarak değerlendirilebilir. Clare deneyimlerini yazarak anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken bildiği, tanıdığı “ben” olma halini ürkek ama kararlı bir özne olarak sahipleniyor.
Patolojilerinin çoğu zaman dışavurumları üzerinden anlaşılmaya çalışıldığı akıl ve ruh sağlığı sorunlarında terapötik olana dile getirilenden yola çıkılarak ulaşılabilmesinin psikiyatriyi hem çok zor hem de çok ilginç bir alan kıldığını düşünüyorum. Bu açıdan Clare’in hikâyesi ağır seyreden tablolarda kişinin gitgide kendi içine döndüğü, kapandığı, kapıldığı, hatta kapılıp sürüklendiği ve dışarda kalan öteki’nin asla vakıf ve dahil olamadığı bir gerçekliği anlamaya çalışanlara kıymetli bir olanak sunuyor. Ruhsal hastalıklar gibi (kendi) kendini ifade etmenin elzem olduğu deneyimlerde hikâyenin nasıl anlatıldığı kaçınılmaz bir şekilde öncelik kazanıyor. Bipolar bozukluğu görece ağır bir şekilde yaşamış bir yazarın kendi hikâyesini anlattığı Heavy Light okuyanlara dahil ol(a)madıkları bir dünyaya -bir pencere açıklığında da olsa- bakabilme imkanı sunan özel bir kitap.
Daha önce Karşılaşmalar dergisinin Mayıs-Haziran-Temmuz 2023 sayısında yayımlanmıştır.

