Basit Bir Aşk Hikayesi

Deneyimin Baladı

Siyah dalgalı saçları omuzlarına dökülüyordu. Şöyle bir öteledim, ipeksiydi. Kahverengi gözleri sıradandı. Genç teni yumuşak ve pürüzsüz. Makyajsızdı. Başkası olsa böylesi dudakları cesur renklere boyar, bakılsın diye kıvrım kıvrım gülümserdi. O ise karşımda mahçup bir ifadeyle beni izliyordu. Ve fakat yüzünün ince güzelliği inadına mahcubiyetini aşıp kendini belli ediyordu.

Androjen estetik onun bedeninde varlığını kanıtlar gibiydi. Öyle klasik aşk hikayelerinde anlatılagelen meleksi bir güzellik değildi onunkisi. Venüs’le Adonis arasında bir yere sıkışıp kalmıştı sanki. Hatları küçük ve keskindi. Ama çocuksu bir cinsiyetsizliğin belirsizliği de değildi. Hayır. Kendi çapında bir anatomi modeli olabilecek hatlarında kaslarının kıvrımları görülüyordu. Uykusunda belli belirsiz ürperdi…

Masumiyetin Baladı

Kafenin merdivenlerini çıkarken heyecandan buz kesmiş ellerimi paltomun ceplerine sokuşturdum. Son basamakta köşedeki ahşap masada onu otururken görmemle tökezlemem bir oldu. Ellerim cebimde olduğundan dengemi kaybettim, nerdeyse yere yüzü koyun kapaklanıyordum. Ve tabii ki, o da tam o anda benden yana bakıyordu. Daha ilk göz göze geldiğimizde yerin dibine geçmiştim. Yüzüme durumu kurtarmaya çalışır, belli belirsiz bir gülümseme astım. Heyecanıma bir de utanç duygusunu kattım ve ona doğru yürüdüm. Beni karşılamak için ayağa kalktı. Elimi ona doğru uzatırken dizimi de masaya çarpmayı becermiştim. Bir kahkaha attı ve havadaki elimi görmezden gelip bana sarıldı. Yanağıma değen dudaklarının sıcaklığı ile saçlarından içime işleyen parfümü başımı döndürdü. Bir sakarlık daha yapmamak için aceleyle karşısına oturdum. Kahve içiyordu, çay söyledim.

Bir sigara yaktı ve oraya gelirken taksi şoförüyle yaşadığı tartışmayı anlatmaya başladı. Onu dinliyordum ama hikayeyi takip edemiyordum. Sesinde enerji veren, sıcak bir tını vardı. Sanki kulağımdan girip beynime uğramadan bütün bedenimde dolanıyordu. Ritmi kalbimin ritmine karışmış damarlarımda geziniyordu. Yanağımda dudağının sıcaklığı gitmiş, yerine hafif bir ıslaklık kalmıştı.

Alımlıydı, kendine yakışanı bildiği belliydi. Onun kadınsılığını ortaya koyan güzelliğinin karşısında ben çelimsiz bir çocuk gibi kalıyordum. Uzun, biçimli tırnaklarındaki ojenin, gözlerindeki kalemin, konuşurken hikayesinin ritmiyle açılıp kapanan göz kapaklarındaki farın ve dudaklarındaki rujun renkleri birbirini tamamlayan bir uyumla özgüvenini haykırıyordu. Bana sadece onu hayranlıkla seyretmek kalıyordu. Ben bu duygularla boğuşurken “hadi,” dedi, “bana gidelim.” Kalbim bir vuruş sekti.

Ses ve koku

İçimdeki ürpertiye engel olmam mümkün değildi. Dokunduğu anlar o kadar gerçekti ki, algımı sarsıyor, beni sarıp sarmalıyordu. Nefesi içimde ses olarak dolanıyordu ama asıl teninin kokusu beni alt üst ediyordu. Aroma o’ydu. Tat ve kokunun iç içe geçmiş hali ruhumda o’nu birleştirip bir bütün olarak bedenime çarpıyordu. Ve ben her seferinde baş dönmesiyle sarsılıyordum. Kulağıma fısıldadıkları sakinleştirse de, kokusu hep ağır basıyordu. Kendimi sakinleşen ve sarsılan dalgalanmalara teslim etmekten başka çarem yoktu. O biliyordu. Ben sadece yaşıyordum.

Göz ve his

Yanımda uzanırken gözleri kapalıydı. Açtığı zaman kahverengi gözlerinin dışında tutmaya çalıştığı gerçeklikle yüzleşecekti. Mahcubiyeti geri gelecek ve henüz karşılaşmaya hazır olmadığı duygular üzerine çullanacaktı. İlişmedim. Siyah saçlarında usulca parmaklarımı gezdirdim sadece. Bu anı hiç unutmayacaktı, biliyordum.

Leave a comment